Adnan Menderes’in ABD’den Yardım ve Kredi Talepleri

Adnan Menderes, 1954 seçimlerini kazandıktan hemen sonra ABD’den resmi bir davet aldı. 30 Mayıs 1954’te kalabalık bir heyetle Türkiye’den hareket eden Menderes, önce Yunanistan’a uğrayıp Yunanistan Başbakanı Aleksandros Papagos ile o sırada gündemdeki Balkan Paktı’nı görüştü. Menderes ve beraberindekiler, 31 Mayıs 1954’te New York’a vardılar.

Menderes, 2 Haziran 1954’te Dış Yardımlar Yöneticisi H. E. Stassenve Dışişleri Bakanı J. F. Dulles ile görüştü. Türkiye‘ye ABD yardımının devam etmesini, 300.000.000 dolarlık uzun vadeli kredi verilmesini ve yabancı yatırımcıların Türkiye’de yatırıma teşvik edilmesini istedi. Menderes, 4 Haziran 1954’te Başkan Eisenhower’ın Beyaz Saray’da düzenlediği öğle yemeğine katıldı. Yemeğin ardından bir kere daha Dışişleri Bakanı J. F. Dulles ile görüştü. Dulles, görüşme sonrasında yaptığı açıklamada; Türkiye’ye ekonomik yardıma devam edeceklerini, verecekleri kredinin ABD’nin güvenliğiyle doğrudan doğruya ilgili olduğunu, Türkiye’nin konumunun bunu gerekli kıldığını ifade etti.
4 Haziran 1954 tarihli New York Times‘ın haberine göre ABD, Türkiye’ye 300.000.000 dolarlık ekonomik yardım yapacaktı.Menderes’in, ABD gezisinden eli boş dönmemesi Türkiye’de büyük coşkuyla karşılandı. Piyasalar rahatladı. TL’nin değeri yüzde 10-12 oranında arttı. (Recep Murat Geçikli, Menderes Hükümeti Dönemi Türkiye ABD İlişkileri, s. 266-272)

DP iktidarı her şeyini ABD’ye bağlamıştı. ABD yardımı ve kredisi devam ettiği sürece sorun yoktu. Ancak yardımların aksaması veya kesilmesi halinde Türk ekonomisi yerle bir olabilirdi. Korkulan oldu. ABD, Türkiye’nin 300.000.000 dolar kredi talebini 1955’te kesin olarak reddetti.

1959 yılında Türkiye‘de işler iyi gitmiyordu. DP hükümeti Türkiye’de bir “baskı düzeni”kurmuştu. Ekonomik kriz derinleşiyordu. Menderes, 1958’de Irak’ta yaşanan askeri darbeden dolayı da çok endişeliydi. ABD desteğine ve kredisine ihtiyacı vardı. CENTO toplantısı bahanesiyle güven tazeleyecek, para isteyecekti.
Adnan Menderes, Ekim 1959 başında Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Basın Yayın Genel Müdürü Altemur Kılıç, Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, Washington Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü ve dönemin üç büyük gazetesinin sahipleri Haldun Simavi (Hürriyet), Ercüment Karacan (Milliyet) ve Nadir Nadi(Cumhuriyet) ile birlikte ABD’ye gitti. Ayrıca “Aramızda bir de, bol bol veryansın edecek Vatan’cı bulunsun!” diyerek, o sırada ABD’de bulunan Vatan Gazetesi‘nden Orhan Karaveli’nin de gezide kendisine eşlik etmesini istedi.

Metin Toker, hapishanede onca gazeteci varken, üç büyük gazete sahibinin ABD gezisinde Menderes’e eşlik etmesini çok ağır sözlerle eleştirecekti. Toker’e göre “Menderes onları Amerika’ya ‘İşte bizde basın hürriyeti var! Bakınız, memleketimin üç büyük gazetesinin sahibi benim yanımda seyahat ediyorlar! Türkiye’de basın özgürlüğü olmasa bunlar benimle gelirler miydi?’ diyebilmek için götürdü.” Gerçekten de ABD’de, New York Times muhabirinin, “Türkiye’de basın özgürlüğü olmadığı” yolundaki bir sorusuna Menderes -yanında getirdiği üç büyük gazete sahibini göstererek– cevap verecekti. (Metin Toker, İsmet Paşa’yla On Yıl, s.185,187).
Menderes, ABD’de bu sefer çok kötü karşılandı. 1954’teki o coşkulu karşılamadan eser yoktu.Washington’da Başkan Eisenhower, 9 Ekim 1959’da Beyaz Saray’da giriş katındaki çalışma odasında Menderes’i kabul etti. Nezaket ziyareti düzeyinde kalan görüşmede esas konulara girilmedi. Görüşme sonrasında Eisenhower Menderes’e bir de imzalı fotoğrafını verdi.
Görüşme 30 dakika sürdü. Fakat Associated Press (AP), yanlışlıkla, görüşmenin “3 dakika” sürdüğünü belirtti. Muhalefet “3 dakikalık” görüşmeyle dalga geçiyor, iktidar ise “3 dakika değil 30 dakika” diyerek haberin doğru olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu. Eisenhower’la 30 dakika görüşen Menderes, Dışişleri Bakanı Christian Herter’in kapısında tam 45 dakika bekletildi. Buna karşın Herter-Menderes görüşmesi sadece 15 dakikasürdü. Washington Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü bu durumu Orhan Karaveli’ye şöyle özetleyecekti: “ABD Menderes’i sildi kardeşim!”

Menderes’in ABD’de yaptığı konuşmalar, onun dünyadaki gelişmeleridoğru okuyamadığını da gösterdi. ABD ile Sovyetler Birliği’nin yakınlaşmaya başladıkları ve “Barış içinde bir arada yaşamak” ilkesinin konuşulduğu o günlerde Menderes, ABD’de, kraldan çok kralcı bir yaklaşımla, açıktan “Sovyet karşıtlığı” yaptı: “Sovyetler Birliği’ne verdi veriştirdi. Onlarla barış içinde beraber yaşanamayacağını söyledi. Komünizm tehlikesinin vahametinden bahsetti.” (Toker, s. 180).

Menderes’in 1959 ABD gezisi -kelimenin tam anlamıyla- bir fiyaskoydu. Fakat DP iktidarı, “besleme basını” kullanarak bu büyük yenilgiden “görülmemiş zafer” çıkarmayı başardı. “ABD fatihi Menderes” yurda dönüşünde gösterişli bir törenle karşılandı. Öğrenciler yollara döküldü.
6-7 Aralık 1959’da ABD Başkanı Eisenhower, CENTO ülkelerini ziyareti kapsamında Türkiye’yi de ziyaret etti. Türkiye’de olağanüstü bir coşkuyla karşılandı. ABD Başkanı Eisenhower’a, Atatürk’ün Anıtkabir’deki1934 model Lincoln marka otomobili tahsis edildi. ABD Başkanı, Atatürk’ün arabasından halkı selamladı.
Görülen o ki, Atatürk’ün Türkiye’sini ABD’ye teslim edenler, Atatürk’ün arabasını da ABD Başkanı’na tahsis etmekte bir sakınca görmemişlerdi.

İsmet İnönü, 1958 Kadıköy İlçe Kongresi’nde DP’nin Türkiye’yi nasıl borç batağına sürüklediğini meşhur “altın hesabı”yla anlatmıştı: Osmanlı İmparatorluğu’nun 1854-1875 arasında 21 yılda 238 milyon altın borçlandığını belirten İnönü, Demokrat Parti’nin ise sadece 8 yılda 280 milyon altın borçlandığını belirtmişti. Yani, Demokrat Parti’nin borcu Duyunu Umumiye’nin borcundan daha fazlaydı.

İşin tuhafı! DP bu tabloyu “görülmemiş kalkınma” diye pazarlayarak seçim üstüne seçim kazanıyordu.
1954’e kadar Marshall Yardımı, ABD hibesi ve NATO katkısı ile Türkiye’de ekonomi ayakta kaldı. Özellikle tarımsal üretim çok arttı. Ancak 1954’ten itibaren ekonomi bozuldu: Altın ve döviz rezervleri azaldı: DP iktidara gelirken Hazine’de 127 ton altın stoğu vardı. DP, on yılda bu stoku eritti. 1960’ta Hazine’de -rehin olmayan kullanılabilir durumda- sadece 16.171 kg altın vardı. 1954’teki kuraklık nedeniyle tarımsal üretim yüzde 20 oranında düştü. Öyle ki Türkiye 1954’te buğday ithal etmek zorunda kaldı. Birçok mal karaborsaya düştü: 1954 sonunda piyasada nal çivisi bulunamıyordu. 14 Mart 1955’te kişi başına 250 gr şeker dağıtımı başladı. Eylül 1956’da Ankara’da kahve karneye bağlandı. Ocak 1957’de Ankara’da akaryakıt dağıtımı karneye bağlandı. 1958’de et ve ekmek sıkıntısı baş gösterdi. Enflasyon çok yükseldi. 1954’te yüzde 9 olan enflasyon 1958’de yüzde 15’e çıktı. Fiyatlar ortalama yüzde 300 civarında arttı. Kiralar yüzde 200-400 arasında yükseldi. Öyle ki 1958’de Türkiye, dünyada hayat pahalılığındaBrezilya’dan sonra ikinci ülke durumuna geldi.
DP, ekonomiyi canlandırmak için 1954’te “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu”nu çıkardı. Yine 1954’te çıkarılan Petrol Kanunu ile yabancı petrol şirketlerine Türkiye’de petrol arama ve mevcut kaynakları kullanma olanağı tanındı. Yeni Ulus Gazetesi, bu kanun ile Türkiye petrollerinden devlete bırakılan payın yüzde 12.5 olduğunu yazıyordu. Bu oran sömürge ülkelerinde yüzde 10’du. Türk ekonomisinin bozulması, ABD’nin DP iktidarına bakışını değiştirdi. ABD, Türkiye’ye yardım ederken şimdi daha ince eleyip sık dokuyordu.

DP hükümeti, 1958’de dış borcu ödeyemez, dış ticareti yürütmez duruma geldi. Bunun üzerine Menderes, 1958’de ABD, Almanya, İngiltere, Avrupa Ödemeler Birliği ve IMF’den oluşan uluslararası bir yapının “İstikrar Programını” kabul edip uygulamak zorunda kaldı. Bu “İstikrar Programı” 4 Ağustos 1958’de uygulanmaya başladı. DP hükümeti, bu program kapsamında, 4 Ağustos 1958’de, Türk Lirası’nı devalüe etti: 1946’dan beri 2.80 lira olan 1 dolar 9 liraya çıkarıldı. Bu devalüasyondan hemen sonra ABD, Dünya Bankası, IMF ve Avrupa Ödemeler Birliği’nden 359.000.000 dolar kredi sağlandı.

DP’nin Maliye Bakanı Hasan Polatkan, bu İstikrar Programını “görülmemiş zafer” diye pazarlamaya kalktı.
Sözün özü şu ki: Tarihten ders almıyoruz be arkadaş!
1881’de Osmanlı ekonomisi, çok uluslu şirket gibi çalışan Duyunu Umumiye‘ye emanet edilmişti.

Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir…” (Atatürk, 6 Mart 1922)