Tarihte “Laiklik” İlkesini İlk Uygulayan Millet Türkler mi ?

”Laiklik ilkesini ilk olarak Fransızlar değil, Türkler uygulamıştır, Türkiye laiklik ilkesini Fransa’dan almamış aksine Fransızlar Türklerden Almıştır ” iddiasını ortaya atan Cengiz Özakıncı’dır. Araştırmacı ve yazar olan Özakıncı bu cümleleri neye dayanarak kurmuş? Neden böyle bir iddia ortaya atmıştır? Bu yazımızda Özakıncı’nın bu cümleleri neden kurduğunu açıklayacağız.

Laiklik kelimesinin etimolojik olarak geçmişi irdelendiğinde ortaya çıkan ortak görüşe göre bu kavram Fransızca laïc kelimesinden türetilerek Türkçeye girmiştir. Laiklik, Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlanıyor en yalın haliyle. Bu tanıma uygun olarak, laiklik ilkesi adı altında gerçekleştirilmese de din ile devlet işlerini birbirinden ayıran Türk yöneticiler tarihte mevcut. Özakıncı’nın bu iddiayı ortaya atmasının sebebi de din ile devlet işlerini Fransa’dan yüzyıllar önce Türklerin uygulamış olmasıdır. Peki hangi Türk yönetici laiklik ilkesini uygulamıştır bir bakalım.

Özakıncı’nın bu cümleyi kurmasının sebebi Büyük Selçuklu Devleti’nin Kurucu Hakanı Tuğrul Bey’dir. Tuğrul Bey, 1037-1063 yılları arasında Büyük Selçuklu Devleti’nde devlet kurucu sultanıdır. Tam adı “Rükneddicircn Ebucirc; Talicircb Muhammed Tuğrul-Bey bin Mikail” olarak kayıtlara geçmiştir.

Tuğrul Bey, Selçuklulara yeni bir yurt arar ve Horasan’a göç ederler.Kardeşi Çağrı Bey ile birlikte 1028-1029 yıllarında Merv ve Nişabur kentlerini ele geçirirler. Belh ve Buhara’ya seferler yaparlar. 1038’de Nişabur’da kendini sultan ilan eder.
1040 yılında Gaznelilerle “Dandanakan” savaşında galip gelerek kardeşi Çağrı Bey’i Horasan’a vali olarak tayin eder. Zaman içinde İran coğrafyasının büyük bir bölümünü ele geçirerek egemen güç haline gelir ve toprak kazanımlarını Anadolu’ya kadar uzatır.

1055 yılında, Bağdat Abbasi halifesi olan Kaim, Bağdat’ı elinde bulunduran Şii mezhebine mensup “Buveyhoğullarından” kurtulmak için Tuğrul Bey’den yardım ister. Bunun için Bağdatlı bilge kişi Fakih ve Bağdat kadısı Mavardi’yi Tuğrul Bey’e elçi olarak gönderir. Bu dönemde Bağdat’ta egemen güç olarak Bağdat Halifesine bağlı bir muhafız güç mevcuttur. Muhafız gücün komutanı da Şii mezhebinden bir Türk’tür. Buveydilerle ters düşer.

Bir iç çatışma başlar ve halife Kaim, Tuğrul Bey’i Bağdat’a davet eder.

Abbasi halifesini Şiilerden kurtarmak için Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat’ta Buveydilerle savaşır, ağır yenilgiye uğratır ve Buveydilerin hükümdarı olan El-Meliku’r-Rahim’i esir alır, Abbasi Devletine son verir, Abbasi halifeliğinin koruyuculuğunu üzerine alır.

Ancak Tuğrul Bey’e içerden, üvey kardeşi İbrahim Yinal, kalabalık bir Türkmen güçle isyan eder. Tuğrul Bey bir yandan isyancı üvey kardeşi İbrahim Yinal, diğer taraftan Buveyhoğulları ile savaşır. Nihayet 1060 yılında Tugrul Bey, üvey kardeşi Ibrahim Yinal isyanını bastırır.

Tuğrul Bey’in Din ve Devlet İşlerini Ayırması

1060 yılında Bağdat Abbasi Halifesini himayesine alır fakat halifeliği kabul etmez, üstlenmez. Din ve devlet işlerini ayrı tutar. Halifenin ısrarına rağmen kabul etmez halifeliği. Devlet işleri ile din işleri ayrı olması gerektiğine inanır ve bu fikri savunur. Eğer din işleri devlet çarkına konulursa orada dirlik olmaz. Bunun örnekleri tarihte vardır. Tuğrul Bey halifeyi ve halifelik makamını sadece ‘himaye’ eder, temsilcisi olmaz. Tuğrul Bey; “Din işlerini halife, devlet işlerini de sultanın yönetmesi gerekir” der.

Bu yazımızda, Cengiz Özakıncı’nın kurduğu bu cümlenin sebeplerini aktardık. Sadece bu cümlenin ”Neden” ve ”Neye Dayanarak” kurulduğunu açıkladık. Özakıncı’nın bu cümlesine katılıp katılmamak veya doğru olduğunu kabul etmek size kalmış.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Laiklik İlkesi Uygulamaya Çalışan Padişah

Osmanlı’ devletinde de Laiklik ilkesini benimseyip, din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak isteyen padişahlar mevcuttur. Din işlerinin devlet işleriyle bu kadar iç içe olması, devlete zarar vereceğini açıkça gören Genç Osman, din ve devlet işlerini ayırmak istemiştir.

Sultan II. Osman, yani Genç Osman… Osmanlı Padişahlarının en atılganı, en devrimcisi ve en talihsizi… Değerli yazar Mevlüt Uluğtekin Yılmaz’ın deyimiyle “Avrupalıların 168 yıl sonra Fransız ihtilali ile görebildikleri millet gerçeğini, O, 1621 yılında dünya gündemine sokmaya çalışıyordu. O sanki ‘Türk Aydınlanması’nı sağlamak istiyordu. Eğer başarsaydı, Osmanlı Devleti, çağın ilerisinde bir zihniyet temsilcisi olabilirdi”

Peki ne yapmak istiyordu bu büyük Türk Hakanı:

“Soysuz yeniçeriyi yok edip, yerine Anadolu Türk’ünü doldurmak.

Dönme ve devşirmelerin kökünü kurutmak.

Fitne kaynağı yabancı kadınlarla dolu Harem’i ortadan kaldırıp, Saray’a Türk’ten başka kadın sokmamak…

Devlet merkezini Türklüğün bağrına; Anadolu’ya taşımak.

Din adamlarını devlet işlerine karıştırmamak.

Saray geleneklerini, kıyafetlerini, eskiyen kanunları değiştirmek”

Genç Osman bütün bunları yapamadı ama onun 1621’de yapmak isteyip de yapamadıklarının Atatürk 302 yıl sonra gerçekleştirdi.

Zannedildiği gibi ”Laiklik” ilkesi ilk defa Atatürk tarafından dile getirilmemiştir. Daha önce Osmanlı’da ve diğer Türk devletlerinde de bu ilkeyi benimseyenler ve uygulayanlar olmuştur. Türk töresine ve yaşayış biçimine oldukça uygun bir ilkedir. Genç Osman, katledilmeyip din ve devlet işlerini birbirinden ayırabilseydi, belki de Osmanlı İmparatorluğu çağın gerisinde kalmayıp, modern bir şekilde günümüze kadar gelebilecekti.