ERIC Von Daniken ünlü kitabı Tanrıların Arabalan’nı yazdığı zaman bütün dünyada yankılar uyandırdı. Daniken, dünyamızın ilk günlerinden itibaren yabancı gezegenlerden gelenlere ev sahipliği yaptığını ve kutsal kitaptaki bir çok bölümde bu konuya atıflar bulunduğunu ileri sürmüştü. Yazara göre yabancı gezegenlerden gelenler birçok izler bırakmışlardı. Arkeolojik buluntular, çeşitli heykeller ya da duvar resimleri incelendiğinde uzay adamlarının resimlerine rastlamak mümkündü. Hatta Daniken ünlü Türk denizcisi Piri Reis’in haritalarını da kendi iddiasını ispatlayıcı bir kanıt olarak gösteriyordu. Ona göre bu haritalar o dönemin coğrafi bilgi ve teknikleriyle çizilmiş olamazlardı ve en modern tekniklerle en yüksek noktalardan bakılarak yapılmış olabilirlerdi. Daniken.’i bir şarlatan olarak kabul eden birçok araştırmacı onun iddialarını çürütmek için çeşitli kitaplar yazdılar ve uzaylıların yüzyıllardan beri dünyamıza gelip gelmedikleri konusu uzun tartışmalara yol açtı.

Tarihi olayların ve arkeolojik buluntuların yolda değerlendirilmesi bir yana bırakılacak olursa, son elli yıldır görüldüğü iddia edilen uçan dairelerin sayısının fazlalığı gerçekten bilim adamlarının kafalarını oldukça karıştırmış durumdadır. Gökyüzündeki uçan daireleri görmek bir yana, uzaylılarla ilişki kurduğunu bile iddia edenlerin sayısı azımsanmayacak kadardır. Uçan dâireler ve uzaylılar konusunu incelemeye kalkan bilim adamlarının çoğu ya alay konusu oldular ya da yetkililerce sert bir biçimde uyarıldılar. Ama yine de bu olayların üstüne sabırla giden bilim adamlarının sayısı az değil. Ancak karşılaştıkları en büyük güçlük hiç şüphesiz uçan daire gördüğünü iddia edenlerin ne kadarının hayal gücünün fazla işlemesinden ya da dikkat çekmek için böyle bir olay uydurduğunu anlamaya çalışmak oldu.

Çeşitli konularda farklı görüşler ileri sürseler bile birçok araştırmacının üzerinde anlaştıkları tek nokta ise şu: Milyarlarca yıldızın varolduğu bir evrende, tek hayat olan gezegen dünya olamaz. Diğer güneş sistemlerinin gezegenlerinde de bizden ileri ya da geri bir teknik düzeyde canlılar olabilir. İleri düzeydekilerin gelişmiş teknikleri ile aradaki mesafe sorununu aşıp, dünyamızı ziyaret etmeleri olasılık dışı değildir.

Dünya dışı varlıkların faaliyetleri hakkında ilk eser 1650 yılında John Winthrop tarafından kaleme alınmıştır. Winthrop eserinde, bölgesindeki tuhaf gökyüzü olaylarını gözlemleyerek dünya dışı varlıkların dünyadaki olaylara müdahaleleri üzerinde durmuştu. 1686 de ise Bernard Le Bovier de Fontenelle dünya dışında da yaşamların olabileceği konusunda bir makale yazdı. Kilise bu türden fikirlere karşı hemen sert bir tavır aldı çünkü dünya dışı varlıklarla ilgili iddialar bu dünyanın tekliğini ve eşsizliğini savunan Hıristiyanlıkla çelişiyordu. 24 Haziran 1947 de Cascade Dağları üzerinde uçan Kenneth Arnold, gökyüzünde tanımlanamayan cisimler gördüğünü söyledi. Arnold söz konusu cisimlerin hareketlerini suyun üzerinde kayan fincan tabaklarına benzetmişti. Böylelikle “uçan daire” lafı ilk kez kullanılmış oldu.

Uçan daire gözlemlerinin yakın dönemlerde artması hiç de şaşırtıcı değildir. Tekniğin ilerlemesi ile insanlar gökyüzü ile daha çok bütünleşmişler ve gözlemler de bu bağlamda çok daha fazla artmıştır. Bu olayın bir başka açıklaması ise iletişim araçları ile uçan daire olgusunun dünyanın her kesiminde gündemde olması ile insanlar uçan daireyi görmeye âdeta hazır durumdadırlar. Bu da ister istemez hayal güçlerinin fazlaca çalışmasına neden olabilir. Ancak istatistik verilere göre 1970 yılına kadar Fransa’da 600, ABD’de 923, İspanya’da 200, Güney Amerika’da 105 uçan daire görüldü ya da görüldüğü iddia edildi. Türkiye’de ise 1947 yılından bu yana 90 uçan daire olayı saptandı.

Uçan daire konularını araştırırken en önemli ipuçları çekilen fotoğraflardır. Ancak fotoğraf konusunda yapılabilecek bir çok hile tekniği de araştırmaların önünde bir engeldir. Hiçbir zaman tam net bir görüntü elde edilemediğinden fotoğraflara bakanlar flu bir cisim görürler gökyüzünde. Bu, fotoğrafa sonradan monte edilmiş olabilir, hatta çok uzak mesafedeki bir uçan daire görüntüsü veren aslında daha yakın bir mesafeden havaya fırlatılmış, çocukların oynadığı frizbi bile olabilir.

İşte bütün bu olasılıkları olabildiğince ortadan kaldırmak amacıyla uçan daire fotoğraflarının incelenmesinde artık bilgisayarlara başvuruluyor. Bilgisayarla başlatılan çalışmanın ilk aşamasında incelenen 1000 adet fotoğrafın 20 tanesi dışında hepsinin hileli olduğu anlaşıldı. Ancak burada önemli olan nokta, hile yapanların sayısının çokluğundan çok, 20 fotoğrafın hiçbir hilesinin bilgisayar tarafından” ortaya çıkarılamamasıydı. Bilgisayarın fotoğrafları kontrol etme teknikleri oldukça karmaşıktı. Genel hatlarıyla anlatılacak olursa bir televizyon kamerasının önüne konan resim önce çeyrek milyon üniteye bölünüyor ve her ünitenin ışık durumu bilgisayarın hafızasına kaydediliyor. Resimdeki renk ayrıntıları ve gölge durumları incelenip cismin uzaklığı ve gerçek boyutları ve metal bir oluşum olup olmadığı anlaşılmaya çalışılıyor.

1962 yılında aynı kare içinde beş uçan dairenin resmini çeken 14 yaşındaki Alex Birch’in aslında sahtekârlık yaptığının anlaşılabilmesi için aradan 10 yıl geçmesi gerekmişti. 10 yıl boyunca çeşitli kereler gazetelerde çıkan televizyonda röportajlar yapılan ve yetkililerin görüşmeler yaptığı Alex Birch, aslında çok basit bir hileye başvurmuştu. Cisimlerin fotoğraflarını önce pencere camına yapıştırmış daha sonra resmi çekmişti. Böylece gökyüzünde uçan daireler varmış gibi gözüküyordu. New Mexico da uzaylılarla konuştuğunu iddia eden Paul Villa’nın fotoğrafladığı uçan dairelerin ise yapay modeller olduğu bilgisayarlar aracılığıyla belirlendi. 1962 yılının Mayıs ayında uzay aracı Aurora-7’nin içinden astronot Scott Carpenter tarafından çekilen bir uçan dairenin resmi de önce büyük heyecan yarattı, ama daha sonra cismin bir buz kristali olduğu anlaşıldı.

Bu verilen örnekler uçan daireler konusunda yapılan yanılmalar ya da hileler konusunda yüzlerce örnekten yalnız birkaç tanesi. Ancak bir de çeşitli incelemeler ve araştırmalara karşın açıklanamayan örnekler var. Bunlar uçan dairelerin varlığı konusunda kesin deliller olarak görülmese bile büyük tartışmalar açan önemli göstergeler. Bunlardan en önemlilerinden biri Amerika’da, Oregon’da, Mc Minville yakınlarında yaşayan karı-koca Trent’lerin çektiği uçan daire resmi. 1950 yılının Mayıs ayında bir akşam gökyüzünde garip bir cisim gören Bayan Trent hemen kocasına haber verdi. Fotoğraf makinelerini alıp hemen resmini çektiler, bu arada uçan daire uzaklaşmıştı bile. Önce konuyu pek önemsemeyen çiftin çektikleri bu resim bir müddet sonra yerel bir gazetede yer alınca dünya basını da olayın peşine düştü. Amerikan Hava Kuvvetleri Colarado Üniversitesi’nde bu konularla ilgili araştırmalar yapılan Condon Komitesi’nin raporunu yayınladığında bu fotoğrafa da yer verdi. Ancak yapılan bütün bilgisayar incelemelerine rağmen fotoğrafın gerçek olup olmadığı konusunda kesin bir yargıya varılmadı. Bu olaydaki ilginç yanlardan biri de Trent’lerin çektiği fotoğrafın 1954 yılında Fransa’da bir hava mareşali tarafından resmi çekilen bir uçan daireye son derece benzemesiydi. Bu resim de Condon raporunda yer alıyordu. Uzmanlar bu iki resmi; birbirleriyle karşılaştırıp incelemelerini bu doğrultuda sürdürdüler. Birçok uzman iki resmin de gerçek olduğunu kabul ederken, hâlâ kuşkularını sürdürenler de vardı.

2 Temmuz 1947 Günü ABD’nin New Mexico eyaletindeki Roswell kenti yakınlarındaki arazide bir enkaz fark edildi. Çiftçi William Mac Brazel durumu askeri yetkililere haber verdi. İlk açıklamayı hava üssünden teğmen Walter Haut yaptı ve bir uçan daire enkazı ele geçirdiklerini söyledi. Olay güçlü bir yankı buldu. ancak çok geçmeden hava kuvvetleri cismin sadece bir meteoroloji balonu olduğunu belirtti. Basın toplantısında da gazetecilere meteoroloji balonundan bazı kalıntılar gösterildi, böylece olay gündemden düştü. ama bölge halkı ve olaya el koyup daha sonradan emekli olan subayların da olduğu bazı tanıklar meteoroloji balonu diye açıklanan cismin aslında UFO olduğunu, gazetecilere gösterilenlerin gerçek kalıntılar olmadığını iddia ettiler. Enkazdan dört dünya dışı varlığın çıktığı, üçünün olay yerinde, birinin de bir süre yaralı olarak yaşadıktan sonra öldüğü; otopsi yapıldığı hatta Amerikan ordusunun birçok teknolojiyi bu olayda ele geçen dünya dışı uzay mekiğinden aldığı iddialar arasındaydı. Roswell Olayı diye bilinen bu hikaye dergilere, araştırmalara ve kitaplara konu oldu. Olayın üzerine gidildikçe ardından yeni tanık ve iddialar çıktı. Kaza yerini ilk inceleyen askeri görevlilerden Jesse Marcel, yıllar sonra, 1978 yılında konuştu: “Bir meteoroloji balonu olmadığı gibi uçak veya benzeri de değildi. Yanıcı bir madde değildi. Ağırlığı yok gibiydi. Kalınlığı bir sigara paketi folyosu kadardı. Parçaları eğmeye çalıştım fakat olmadı. Hatta balyozla vurarak içinde bir çukur açmayı bile denedik fakat başaramadık…” Bir başka tanıksa olaydaki resmi yetkililerden Albay Philip Corso’ydu. Ölümünden üç yıl önce 1997’de yayınlanan ‘The Day After Roswell’ (Roswell’in Ertesi) kitabında ABD ordusu ve hükümetin bu nasıl örtbas ettiğini yazdı. Roswell’deki enkaz 20. yüzyılın UFO’larla ilgili ilk fiziki kanıtı sayılıyor.

1952 yılında ABD’de Massachusetts Hava Üssü’nün koruma görevlilerinden R.Albert sabahın erken saatlerinde gökyüzünde çok parlak ışıklar saçan yuvarlak cisimler gördü. Yanında fotoğraf makinesi olan Albert bu cisimlerin fotoğraflarını çekmeyi başardı. Daha sonra uzmanlar tarafından incelenen resimlerdeki parlak dairelerin fotoğraf makinesinin merceğine yansıyan ışıklar olabileceği ya da filmin banyosu sırasında karanlık odada ışık yansıması olabileceği ileri sürüldü. Bütün bu konular incelendi ve çeşitli deneyler yapıldı. Yapay olarak bu türden ışık yansımaları oluşturulduğunda Alpert’in çektiği resimlerdeki sonuçlar alınmıyordu. Sonuçta, fotoğrafların gerçek olmadığı yönünde hiçbir bulguya rastlanmamakla birlikte bir açıklama da yapılmadı. 1958 yılında Brezilya Deniz Kuvvetleri’nin araştırma gemisi Almirante Saldanha, Trinidad Araştırma Üssü yakınlarında sualtı araştırmaları yapıyordu. Öğleyin saat 12.15’te Kaptan Viegas, birkaç subay ve teknik görevli, güvertedeyken bir anda gökte parlak bir cisim gördüler. Kaptanın derhal emir vermesi üzerine sualtı fotoğrafçısı hemen koşup bu acayip cismin fotoğrafını çekmeye başladı. Bu arada gemide kim var kim yok, hepsi güverteye fırlamış ve ilgiyle uçan daireyi izlemeye başlamıştı. Cisim koyu gri renkteydi ve çevresinde yeşilimsi bir sis ve gaz-bulutu vardı. Yaklaşık 100 kişinin önünde cereyan eden bu olay; ve çekilen resimler hakkında hiçbir açıklama yapılmadı.

Bir başka uçan daire olayı da İspanya’da geçti. Fotoğrafçı Enver Hüseyin 1978 yılının Ağustos ayında Pirene Dağları’nda fotoğraf çalışmaları yapıyordu. Sabahın erken saatlerinde gökte parlar bir ışık gördü. Hemen makinesine sarılıp bu ışığın fotoğraflarını çekti. Filmi kendisi banyo etmedi ve laboratuvara: gönderdi. Bu arada gördüğü cisimden hiç söz etmedi. Bir müddet sonra kendisini Iaboratuvardan arayarak çektiği fotoğraflarda garip bir cismin görüldüğünü söylediler. Bu fotoğraflarda çeşitli testlere tabi tutuldu, ama hiçbir hile bulunamayarak gerçek olduğuna karar verildi. Enver Hüseyin’in çektiği bu fotoğraflar en iyi uçan daire fotoğrafları arasında yer aldı.

Uçan dairelerin araştırmaları uzmanların kişisel çabaları ya da oluşturdukları çeşitli kuruluşların araştırmaları ile sınırlı değildir. Örneğin, ABD’de 1948’den itibaren uçan dairelerin araştırılmasından Hava Kuvvetleri sorumluydu. Binlerce raporu inceleyen ve değerlendiren Hava Kuvvetleri, yaptığı bütün çalışmaların sonucunda 1969 yılında “yapılan uçan daire araştırmalarından bir sonuç çıkmamıştır” gerekçesiyle araştırmaları resmi olarak bitirdi. Ancak yapılan araştırmalar birçok çevreler tarafından yetersiz bulundu. Hatta bu konuda çalışma yapan uzmanlar, Hava Kuvvetleri’nin ellerinde çok bilgi olmasına karşın bunları açıklamadıklarını, bazı dosyaların esrarengiz bir biçimde kaybolduğunu, kısacası resmi çevrelerin olayı örtbas etme çabasında olduklarını ileri sürdüler. Çünkü resmi olarak sürdürülen araştırmalarda bilimsel bir sonuç çıkmadığı sonucuna varılırken inceledikleri olayların %20’sini hiçbir şekilde açıklayamamış durumdaydılar.

21 Ekim 1981 senesinde Gölcük’te bir Deniz Yüzbaşısı olan Doğan Sum, Gölcük üstünde bir uçan daireyi çok net olarak fotoğrafladı ve durumu komutanlarına rapor etti. Fotoğraf, Hürriyet gazetesinde manşetten yayınlandı. Gazeteye göre yayından önce fotoğraf, laboratuar testlerinden geçirilerek sahtekarlık ya da imalat hatası olmadığına karar verilmişti. Bu arada meteoroloji ile de temasa geçilerek, atmosferik durum da incelenmiş ve koşulların normal olduğu anlaşılmıştı. 1981 ülkemiz tarihinde UFO olaylarının en yoğun yaşandığı yıl oldu. Niğde Aksaray’da, 16 Aralık 1981’de gökyüzünde saatlerce kalan cismi Jandarma Komutanı Yüzbaşı Orhan Çelen de gördü. Haber vermek için telsizini kullanmaya çalıştı, fakat çalışmadı. 1982 yılının sonlarına kadar devam eden olaylar sırasında çok sayıda kişi, gökyüzünde dolaşan UFO filolarını açık biçimde gördü. Dönemin Aksaray Kaymakamı Güner Orbay’ın şoförü, “Vali Bey, Kaymakam Bey ve Jandarma Alay Komutanı ile beraber uçan cismi dürbünle seyrettik” diyordu.

Japon Hava Kuvvetlerinden binbaşı Shiro Kabuta, arkadaşı Toshio Nakamura ile yaptığı F-4 uçuş gezisinde, karşılaştığı portakal renkli o diski hiç unutamıyor. Bu gizemli yaratık kaçarcasına uzaklaştıkça, saatlerce peşinden takip etmişlerdi. Sonunda merak, Nakamura’nın hayatına mal olmuştu. Çünkü, çok gizli sırları sakladığına inandığı o cisimle kaç defa çarpışmışlar, sonunda da F-4 fantomu infilak etmişti. Kobuta, bir meşale gibi yanarak yere düşen arkadaşı Nakamura’yı kurtaramamıştı. Nakamura’nın uçağına çarparak onun ölümüne neden olan neydi? Pilotun, saldırılarına hedef olduğu yaratıklar kimler ya da nelerdi?

Bir yandan resmi ağızlar uçan dairelerin varlığını “bilimsel” nedenlerle reddeder ve bu konuda yapılan çalışmaları da kösteklemeye devam ederken bir yandan da radyo, televizyon ve gazetelerin durmadan yeni uçan daireler görüldüğü konusunda haberler yayınlaması bugün de sürüp gitmektedir. Uçan dairelerden daha da heyecan verici bir olay uzaylıların kendileri ile karşılaşmalarıdır. Ancak bu karşılaşmalarla ilgili veriler daha az bilimsel niteliktedir ve genellikle, uzaylılarla karşılaştıklarını iddia edenlerin gözlemlerine ve ifadelerine dayanmaktadır. Bunlardan bir tanesi New Mexico’da bir devriye polisinin başından geçenlerdir. 24 Nisan 1964 günü arabası ile fazla sürat yapan birini takip ederken büyük bir gürleme sesi ile birlikte muazzam bir ateş topunun yeryüzüne doğru inmekte olduğunu fark etti. Arabasını bu ateş topunun düştüğü yere doğru süren polis memuru Zlonnie Zamora, boyutları 150 – 200 metreye yaklaşan çok parlak ve madeni bir cisim gördü. Bu cismin yanında da insana benzeyen, beyazlara bürünmüş yaratıklar vardı.  Zamora bunları önce çocuk zannederek belki de yardıma ihtiyaçları olabileceği düşüncesiyle arabasıyla üstlerine doğru gitmeye karar verdi. Bu arada gürlemeler de artmıştı, birden insana benzeyen yaratıklar ortadan kayboldular ve büyük bir ateş topu göğe doğru yükselmeye başladı. Korkup olay yerinden kaçmaya çalışan polis memuru arkasına dönüp baktığında madeni cismin yerden beş metre yükseklikte durduğunu gördü. Daha sonra da bu cisim dağların arkasında gözden kayboldu. Telsizle arkadaşlarını çağırdı ve birlikte çevreyi incelemeye başladılar. Yerde uçan cismin olduğunu sandıkları toprağı, çökmüş durumda buldular ve dört adet ayak izine rastladılar. Daha sonra olay yerinde icelemeler yapan mühendis VV.T. Powers da, her bir izin bir ton ağırlığında bir cisim tarafından bırakılabileceğini, yerdeki ayak izlerinin ise dört ayağın çaprazlama merkez noktasına tekabül ettiğini, bu olgunun ise Zamora’nın gördüğü ışık olayının bir göstergesi olabileceğini doğruladı.

Aynı gün yani 24 Nisan 1964 günü bu kez Nevvark Valley’de benzer bir olay cereyan etti. Bir çiftçi olan Gary Wilcox, tarlasını sürerken tepenin arkasında parlayan bir ışık gördü. Traktörünü o tarafa doğru sürdüğünde yere çok yakın duran ama değmeyen büyük bir yumurtaya benzeyen bir cisim gördü. Wilcox bu garip cismi yumrukladı, tekmeledi. Ne çok sert ne de çok yumuşaktı. O sırada insana benzeyen iki kişi bu büyük yumurtanın altından çıkarak ona doğru yürüdüler. Ellerinde ufak tepsiler vardı ve bu tepsilerin içindede çeşitli bitkiler, otlar ve bitki kökleri vardı. Wilcox, hâlâ olayın bir açıklamasını yapmaya çalışıyordu. O civarlarda bir uzay filmi çevriliyor olabileceğini düşündü. O sırada bu insanımsı yaratıklar kendisi ile konuşmaya başladılar. Bu çok acayip bir durumdu, çünkü yaratığın hangi dilden konuştuğunu anlayamamıştı ama ne dediğini anlamıştı. Yaratık şöyie diyordu: “Korkma daha önce de insanlarla konuştuk.” Bu yaratıklar siluet olarak insanı andırmakla birlikte elleri ve ayakları yoktu. Yüzlerinde de ağız, göz ya da buruna benzeyen kısımlar yoktu. Dünyayla ilgili bilgi topladıklarını ancak yalnızca cansız maddelerle ilgilendiklerini anlattılar. Gary, onlara suni gübreden söz edince çok ilgilendiler. Daha sonra araçlarına döndüler ve araç hiçbir gürültü çıkarmadan sessizce havalanıp uzaklaştı. Ancak olay yerel bir gazetede yayınlanınca konuyla ilgili olarak soruşturma açıldı. Ayrıca ünlü psikiyatrist Berthol Eric Schvvarz da gelerek Wilcox’u psikiyatrik açıdan inceledi ve onun son derece normal bir insan olduğunu belirtti. Tüm araştırma ve incelemelerden çıkan sonuç ise Wilcox’un anlattıklarının gerçek olmadığının belirleyici bir gösterge olmadığı için, anlatılanların gerçek olabileceği idi.

Dr. J. Ailen Hynek, Amerikan Hava Kuvvetleri’nin uçan dairelerle ilgili bir pojesi olan Mavi Kitap Projesi’nde danışman olarak çalışmış bir bilim adamıdır. Yaptığı uzun araştırmalar sonucunda uçan dairelerle ilgili gözlemleri altı grupta toplamıştır.

1— Gece ışıkları: Geceleyin gökyüzünde görülen garip ışıklar. Işığın yoğunluğunda ve renginde ani değişimler olur. Işık aniden yön değiştirip korkunç bir hızla gözden kaybolur.

2— Gündüz görülen cisimler: Gündüz gökyüzünde görülen uzak cisimler. Cisimlerin biçimleri değişiklikler gösterir. Puro, yumurta, oval, iğne ucu, disk biçimindeki cisimler bu sınıfa girer.

3— Radarla gözlem: Bazen uçan daireler radarla saptanır ve aynı zamanda kişiler tarafından da görülür. Bu tür raporlar uzmanların en itibar ettiği raporlardır. Dr. Hynek yalnızca radarlarla alınan görüntülere pek güvenmemektedir. Çünkü,” radarda birtakım doğal olaylar da görülmektedir. Yüksek bir yerden yansıyan bir ışık, ısı değişiklikleri, yoğun bulut kümeleri ve kuş sürüleri gözlemcileri yanıltabilemektedir. Bu nedenle radar, kişi gözlemleri uçan daire raporları için çok önemlidir. Ancak bu tür olaylar oldukça ender görülmektedir.

Uçan daireler hakkında yakın gözlemlere dayanan raporlar çok ilginç ve hayret vericidir. Bunlara yakın karşılaşmalar denir.

4— Birinci türden yakın karşılaşmalar: Olayın basit gözlemine dayanır. Olayla çevre arasında hiçbir fiziksel ilişki meydana gelmez.

5— İkinci türden yakın karşılaşmalar: İlk türe benzer. Ancak canlı ve cansız cisimlere birtakım etkiler söz konusudur. Bitki örtüsü kavrulmuş ya da ezilmiştir. Ağaç dalları kırılmıştır. Hayvanlar paniğe kapılmıştır. Araba farları sönmüş, motorlar ve radyolar susmuşolabilir. Uçan daire kaybolduğunda elektrikli aletler yeniden işlemeye başlar.

6— Üçüncü türden yakın karşılaşmalar: Uçan daire içinde ya da etrafında uzaylılar gördüğünü iddia edenler bu gruba girerler. Dr. Hynek uzaylılarla konuştuğunu iddia eden bu kişilere genellikle inanmamaktadır. Çünkü bu tür raporlar ona göre, genellikle aklı başında kişiler tarafından yapılmamaktadır. Ancak bu tür vakalar bile bilim adamları tarafından incelenmek zorundadır.

Sovyet Rusya’da Uçan Daire Araştırmaları

«Doğrusunu isterseniz, Sovyet radarları 20 yıldan beri Ufolar’ı algılamaktadır.» Böyle diyordu Dr. Ziegel 1967 Nisanında. Perde kaldırılmış ve UFO araştırmaları Rusya’da serbest bırakılmıştı. Havacılık Enstitüsü prafesörlerinden Ziegel, Rusya’nın yüksek trajli dergilerinden Smena’da tammlanamayan parlak objeler hakkında uzun uzun yazmıştı. Bu açıklamalarından kısa bir süre önce Ziegel ‘Arz- dışı Medeniyetlerle Haberleşme’ konferansına katılmıştı. Belki de ileride telepati UFOlar’la haberleşmede kullanılacak vasıtalardan biri olacaktı. Muhtemelen başka gezegenlerden gelmekte olan bu araçların daha sağlıklı bir şekilde izlenebilmesi için yeni kameralar ve cihazların geliştirilmeye başlandığını belirtiyordu.

Ülkenin en önemli havacı ve bilimadamları bütün önyargılardan uzak olarak bir uçan daireleri araştırma organizasyonu kurdular. Pekçoğu astronomlar tarafından yapılan gözlem haberleri, gazete ve dergilerde çıkan yazılar Ruslar’ın da UFOlar’ı görmekte olduğunu gösteriyordu. Ziegel’in UFO’larla ilgili bu faaliyetleri adeta Amerika’da Lindheimer Gözlemevi Müdürü Dr. Ailen Hynek’î harekete geçirmiş ve Hynek de Rusya’da bu işin öncülüğünü Dr. Ziegel’in yapacağını belirtmişti. Öyle görülüyor ki Ruslar gözlerini UFOlar’a karşı kapatmışa hiç benzememektedirler. Çeşitli yetkililer hemen hemen aynı şeyi tekrar eder olmuştur: «Bu tanımlanamayan uçan araçlar atom tesisleri ve hava alanları üzerinde daha çok görülür oldu.»

Gözlemlerden bir tanesi Kazakistan’da Leningrad’dan gelmiş olan jeofizik araştırmaları gurubu tarafından yapılmıştı. O sırada en yakın yerleşim merkezi 11 mil uzaktaki Koktal idi. Tarih ve zaman: 16 Ağustos 1960 akşam 11:00. Kampın sorumlusu Jeolog-Minerolog Nikolai Sochevanov gördüklerini şöyle anlatıyordu: «Doğu tarafımızda uzanan vadinin ucunda yükselen dağların üzerinden aniden aydınlık bir obje çıkıvermişti. Kuzeyden güneye doğru hareket ediyordu, görülen çapı ayın çapının birbuçuk mislinden daha fazlaydı. Birkaç saniye içinde cisim bir dağ zirvesinin ardında kayboldu, sonra yeniden ortaya çıktı, aynı süratte güneye yönelik olarak uzaklaşıp gitti. Esrarengiz cisim mercek biçimindeydi. Bu merceğin kenarları orta kısma nazaran daha az aydınlıktı.» Kamp müdüründen başka sekiz kişi daha sözkonusu UFO’yu gözlemişti.

26 Temmuz 1965’de astronom Robert Vitolniek, Yan Melderis, ve Esmeralda Vitolniek Ogra’da bir gözlemevinde bulutlarla ilgili bir gözlem yapıyorlardı. Gece 9:35’de parlak bir yıldızın batıya doğru ağır ağır hareket etmekte olduğunu farketmişlerdi. Hemen dürbünlere sarıldıklarında cismin yassı bir şey olduklarını farketmekte gecikmediler. Sonra teleskoba geldi sıra. Teleskopla bakıldığında mercek-biçimli cismin ortasında küresel bir kabinin bulunduğu açıkça görülüyordu. Astronomlar cismin çapının 325 feet (yaklaşık 100 m.) kadar olduğunu söylüyorlardı. Diskin etrafında, iki çap kadar mesafede merkezdekine benzeyen üç küreyi daha farkedebilmişlerdi. Bu küreler de diskin etrafında yavaş yavaş dönüyorlardı. 15-20 dakikalık gözlemin sonlarına doğru küreler diskten sanki ayrı yönlere dağılıyorlarmışcasına ayrılmaya başlamışlardı. Nihayet 10:00’a doğru cisim o kadar uzaklaşmıştı ki, artık astronomlar onu gözden kaybetmişlerdi. Bu ilginç manzara Kuzey-batı ufkunun takriben 60° kadar yukarısında seyredilmişti. Yine bu astronomların tahminlerine göre cisim gözlem sırasında dünyadan 60 mil yukarıda bulunuyordu.

Smena dergisinin yazıhanesine Sovyet İzhevsk gemisi mürettebatı adına Mate Bazhazhin imzasıyla gönderilen bir raporda şunlar yazıyordu: 2. Ağusıos 1967’de gece 11:30 sularında Norveç Denizinde seyrederlerken İzhevsk mürettebatı ilginç bir gözlem yapmışlardı. «Kabinde üçümüz bulunuyorduk: Kaptan Markov, mühendis Ivanov ve ben. Nöbetçi sevk görevlisi acaip bir nesne gördüğünü haber verdi. Koşup, baktığımızda, güneye doğru gitmekte olan beyaz bir küre gördük. Birkaç dakika sonra gökyüzünde yukarılarda bir ışık parladı. Birkaç saniye içinde batıdan doğuya 45° lik bir açıyla hareket etti ama gitgide büyüyordu. Aniden durdu ve sarı rengin hakimiyeti içinde gökkuşağının bütün renklerini yansıtırken aynı zamanda da kıvılcımlar saçmaya başladı etrafına. Yavaş yavaş etrafı beyaz bir örtüyle çevrildi. Bu haliyle tekrar güneye doğru kıpırdadı. Bu görünüm dört kez tekrarlandı. Beşinciye başlarken cismin davranışları değişti. Durdu, dikine bir yumurta gibi göründü altından jet eksozuna benzer parlak bir püskürme oldu. Dikine duran yumurta biçimli cisim soluklaştı, etrafı beyaz bir sisle sarıldı aynı zamanda da kuyruk şeklinde bir uzantısı bulunuyordu. Bu haliyle güneye doğru gitti.»

UFO gözlemleri bu bir kaç gözlemden ibaret olsa bile elde delil var demektir. Kaldıki son yıllarda bunun gibi binlercesi dünyanın her tarafından gözlendi ve gözlenmektedir. Arktik ve Antarktik’de dahil olmak üzere dünyanın her bir köşesinden bu gözlemler gelmektedir. Sayıları gitgide artmakta olan ciddi bilimadamları artık UFO ların sadece gözaldanmalarıyla ilgili gözlemler olduğu şeklinde yapılan açıklamalarla tatmin olmamaktadır. Fenomen kendiliğinden meraklılarının sayısını güngeçtîkçe arttırmaktadır. Buna paralel olarak konuyu istismar edecek ve eden fırsat düşkünlerinin sayısı da küçümsenmeyecek derecede bulunmaktadır. ‘Fakat kalpazanlar var diye, para basılmayacak’ diye birşey olamaz. Neyin gerçek, neyin sahte olduğunun ortaya çıkarılması da bilime düşmektedir. Bu bakımdan, eğer bilim hâlâ UFOlar’ın halüsinasyon olduğunu söylüyorsa, bu küresel ruhsal hastalığın nedenini de açıklamak zorundadır. Belki bu, UFOlar’ın gerçek tabiatının açıklanmasından daha da zor bir şey olurdu.

Amerikan Astrofizikçi Donald Menzel Uçandairelerin dünya atmosferiyle ilgili optik bir fenomen olduğunu söyler. Prof. Menzel’in bilimsel prestijinden dolayı bu görüş yaygın olarak kabul edilmiş görünmektedir. ancak bu geçerli bir açıklama değildir. Çünkü bu genellemeden somut gözlemlerin somut açıklamalarına geçecek olursak, UFOlar’ın Menzel’in açıklamasıyla ilgisi olmadığını anlaşılıverir. UFOlar’ın ortaya çıkışıyla birlikte hemen hemen daima bir atmosferik aydınlanma, atmosferik plazma oluşumunda bir formasyon izlenmektedir. Bu durum, UFOlar’a ilgili plazma hipotezinin de çıkış noktasını teşkil eder. Buradan da UFOlar’ı atmosferik şimşek topu plazması açıklamalarına giderler. Şimşek topu denen fenomen hemen hemen daima yıldırımlı fırtınayla birlikte oluşan atmosferik bir olaydır. Bir şimşek topun çapı da 4-5 inch (12,5 cm.) den fazla değildir. Halbuki Uçandiskler’in çapları bu rakamın 10 ya da yüzlerce katına kadar çıkabilmektedir. UFOlar’ın fiziksel özellikleri, biçimleri ve davranışları şimşek topu olarak bilinen fenomenden oldukça farklıdır.

UFO fenomeni objektif olarak analiz edilebilir ve sınıflandırılabilir. Yabancı araştırmacılar tarafından yapılmış olan UFO sınıflamaları Sovyet gözlemciler tarafından da teyid edilmektedir. Yerden ya da uçaktan bakıldığında UFOlar genellikle hafif metalik renkte parlak objeler olarak görülürler. As. Prof. Vyacheslav Zaitsev1964’de Bologoye üzerinden bir TU-104 ile uçarken böyle objelerden bir tanesini gözlemek fırsatını elde etmişti. Parlak metal disk önce uçağın altından geçtikten sonra, dönerek biraz uzaktan uçağın uçuş yönüne paralel bir harekete girmişti. Diskin ortasında kabine benzer bir küresel kısım vardı. Uçağın yanından bir kaç saniye uçtuktan sonra ani bir sapışla gözden kaybolmuştu. Buna benzer bir obje Kafkasya’da Sukhumi yakınlarında, 1965 yılında, Astronom Lyudmila Tsekhanovich tarafından da gözlenmişti. Deniz üzerinde ani bir manevrayla dağlara yönelmiş olan UFO’nun orta kısmında, içeriden doğru aydınlanıyormuş hissini veren delikler bulunuyordu. UFOlar’ın bu hareketleri kendilerine özgüdür ve başka dünyasal araçlarda görmek mümkün olamamaktadır. Bazen arazi üzerinde dakikalarca havada asılı durabilirler. Uçuş sırasında inanılmaz hız ve akselerasyonlara ulaşabilirler.

17 Haziran 1966 akşamı 9:45’de Enlista’nın eteklerinde Gaz ve Akaryakıt Endüstrisi Enstitüsü’nden, V.G. Krylov başkanlığında bir jeofizikçiler grubu bulunuyordu. Küçük bir disk biçiminde kırmızı bir objenin gökyüzünde uçup gittiğini farketmişlerdi. Aniden obje helezonî bir hareketle alçalmaya başladı. Kırmızımtırak rengi parlak maviye dönüştü. Gözlemcilerin hayret dolu bakışları önünde bir çeşit alev çıkışından sonra, objenin olduğu yerde parlak mavi bir bulut teşekkül etti. Çok geçmeden mavi bulut dağıldı gitti. Gözlemlere bakılırsa, UFOlar akıllı hareketler göstermektedir. Grup halinde uçarlarken, belirli bir sıra içinde bulunurlar. Pek sık olarak hava limanları, atom tesisleri ve öteki yeni teknik yapılar civarında ve üzerinde saptanmıştır. Direkt kontaktdan daima kaçınacak şekilde manevralarda bulunmaktadır ki, bu da onların araştırma ve inceleme de bulunduklarını düşünmektedir.

UFO gözlemlerinin sayısı Merih Gezegeninin dünya’ya yaklaşması zamanlarında artmaktadır. Bu, tamamiyle bir tesadüf müdür? Bazılarına bakılırsa, UFOlar dünya atmosferi içinde sadece son yıllarda gözlenmekte. Bu doğru değildir. UFO fenomeni bütün insanlık tarihi boyunca gözlenip durmaktadır. İlk ve orta çağlardan kalma raporlar vardır ki, bunlar tıpı tıpına bugünkü gözlemlerden anlatılanlara benzemektedirler. Eski gözlemler arasında en dökümanter olanlarından biri 1882’de gözlenmiş olan ‘büyük Uçandaire’ ile 1913 yılının ‘gökten düşen ateş taşları’ diye bilinen olaylar. Bunlar hâlâ doğru dürüst bir araştırma ve inceleme beklemektedirler.

Daha yakın zamanların en belirgin fenomeni ise ‘Tunguska Meteoriti’dir. Son yıllarda Sovyet bilimadamlarının kafalarını en çok kurcalayan olaylardan biri bu olmuştu. S.S.C.B. Bilimler Akademisi raporları içinde Alexei Zolotov’un Tunguska’ya düşen nesnenin bir meteor olmadığını kanıtlayan etüdü de bulunmaktadır. 1967 yazında Dubna’daki Nükleer Araştırma Enstitüsü tarafından, Vladimir Mekhedov’un bir çalışması yayınlanmıştı. Araştırmacı bu çalışmasında Tunguska patlamasından sonra bölgede güçlü bir radyasyonun meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Daha sonra konuyla ilgili olarak yapılan araştırmaları da tetkik ettikten sonra yazar Tunguska’da patlayan nesnenin havadayken 375 millik bir manevra yaptığını göstermişti. Tüm bunlar ve başka bulgular, Tunguska üzerinde patlayan cismin başka gezegenlerin birinden gelmiş suni bir uçan araç olduğu sonucuna doğru düşünen kafaları zorlamaktadır. Ancak bütün bunlar yeni yeni problemler ortaya çıkaracaktır. Eğer biz gerçekten de başka dünyaların yaratıkları tarafından gözetlenmekte ve etüd edilmekte isek, onların bunu yapmaktaki amaçları nedir? Bu kadar titizlikle kendileriyle temas kurmamızdan neden çekinmekteler? Bizleri bu kadar yukarıdan izlemelerinin nedeni onların bizlerden çok ileri durumda bulunduklarında mıdır? Yani onlar bize, bizim karıncalara baktığımız gibi mi bakıyor? Yoksa hâlâ ortak bir anlayış ihtimali sözkonusu olabilir mi?

K. Kobyizev Rusya’da iyi tanınan bir bilimadamıdır. Kendisinin UFO gözlemlerini kapsayan aşağıdaki yazı, bir Sovyet Üniversitesinde verdiği konferanstan düzenlenmiştir. Kobyizev’e göre hayli zeki varlıklar dış uzayda bize yardım ellerini uzatmak üzere beklemektedirler. O’nun bu görüşü Sovyetler Birliği’nde bizlerin tahmin edeceğinden fazla bir şekilde yaygın bulunmaktadır.

İlk Uçan daire gözlemim Haziran-1960 tarihine rastlar. O tarihte yanımda bulunan 10 kişiyle birlikte Taşkent’ten 40 km. uzaktaki Semerkant Chaussee’ye gitmek üzere vasıta bekliyorduk. Gece saat 9-10 arasındaydı. Büyükçe bir yıldız büyüklüğündeki UFO gökyüzünün kuzeydoğu kısmından yere doğru dalgalı, su akrebinin hareketlerini andırır bir şekilde geçti gitti. Ertesi gün Taşkent’te öğrendik ki aynı saatte bu olay birçok Taşkent’li ve Semerkant’lı tarafından da izlenmiş. O ne bir uçak, ne bir meteor ya da suni uydu idi. Kırık hatlar boyunca yaptığı hareketlerden ve süratindeki büyük değişikliklerden bundan herhangi birisi olmadığı anlaşılıyordu.

UFO’lar Firavunlar Devrinden günümüze kadar 40.000 defa gözlenmiştir. Gözlemler göstermektedir ki, olayların çoğunda UFO’lar çapları 10 ilâ 30, hatta 200 metreye kadar değişebilir diskler şeklinde görülmüştür. Süratleri saatte sıfır ilâ 75.000 Km. arasında değişebilmektedir. Sürat artışlarına paralel olarak renkleri de sarıdan kırmızıya turuncuya ve mavi-mora doğru değişmeler göstermektedir. UFO uçuşlarına yakın yerlerde manyetik fırtınalar, hayvanların panik içinde hareketleri, elektrik kesilmeleri otomobillerin ve uçakların hareketlerinin etkilenmesi saptanmıştır.

Bizim kozmonotların uzay vakumu içindeki yörünge uçuşlarında saatte 26.000 Km’ye çıktıklarını, biliriz ama UFO’lar bu süratin iki katına dünyanın yoğun atmosferi içinde hemde çok keskin dönüşler yaparaktan çıkabilmektedirler. Bunu sessiz sedasız nasıl başardıklarının anlaşılması çok zor. Ancak gerçek ortada: kendilerini her nasılsa gravitasyonel alanlardan izole edebilmektedirler. Bunun bizler tarafından anlaşılması zordur. Tıpkı atalarımızın Gagarin’in uzayda uçuşunu kavrayamayacakları gibi…

Neden geliyorlar? Eğer onların Merih ve Venüs’ten gelen komşularımız olduklarını düşünürsek, bu sorunun cevabı zor değildir. Birçok ilimadamı da Merih ve Venüs’ün meskûn olduklarına dair ikna edilmiş durumdadır… Onların sâdece güçlü teknolojide değil, fakat aynı zamanda bilgide de (muhtemelen telepatik karakterli) hayli gelişmiş olduklarını farzedersek, dünya üzerinde bir termonükleer savaşa götürecek gelişmelere müdahele etmeleri gerektiğini de kabullenmemiz gerekecektir. Böyle bir savaş güneş sistemimizdeki dengeyi de altüst ederdi. Özellikle komşu gezegenler üzerinde yıkıcı etkiler meydana getirirdi. UFOlar’ın genellikle bilimsel atomik tesisler ve stratejik merkezler civarında sıksık görülmelerinin en akla uygun sebebidir.

İncil’in ilgili kaynaklarını tetkik eden Dr. Zaitsev, gezegenler arası bir varlık olarak Enoch’un başka bir gezegene uçup gittiğini göstermiştir. Gezegenler arası varlıklarla temas sözkonusu olduğunda diğer iki örnek de dünya insanının cezalandırılmasıyla ilgilidir: Birisi Eski Hindistan’da savaşların önlenmesi için, diğeri de Sodom ve Gomorrah şehirlerinin tahribedilmesi hakkındadır. Bunlardan ikincisi sefalet ve homoseksüelliğin ortadan silinip süpürülmesi amacını güdüyordu. Bugün neleri tahmin edebiliriz? Cosmosda bu kadar güçlü vaziyette bulunan komşularımız karşıkarşıya olduğumuz birçok problemi halletmemizde bize yardım etmek niyetinde neden olmasınlar? Gezegensel sistemlerimizi ne gibi tehlikeler beklemektedir bilmiyoruz. Fakat gezegenlerarası karşılıklı yardımlaşmanın ‘yılbaşı hediyesi’ olarak bize verilmiş olduğu görülmektedir. Zaitsev’in hipotezine göre başka gezegenlerden gelen ziyaretçiler bize ateşten-sürtünmeye, madencilikten-makaralara, tekerleklere ve daha birçok şeyin ipucu prensiplerini vermişlerdir.