Uzaydan Gelen Fotoğrafların Çoğunda Neden Bir Tane Bile Yıldız Göremiyoruz?

Uzaydaki teknolojiler ve araştırmalarla ilgili bir haber okuduğunuzda, bir fotoğraf gördüğünüzde ya da video izlediğinizde bazen yıldız göremezsiniz. Görüntüdeki tek şey, fotoğrafın konusu olan cisimdir, etrafındaki eşsiz karanlık bir anlık şüpheye neden olur. Peki geceleri gözlerimizle gördüğümüz o yıldızlar, neden fotoğraflarda gözükmüyorlar?
Uzay ile ilgili komplo teorilerinin en büyük kaynağı, NASA ya da ESA gibi dünyanın en gelişmiş uzay araştırma merkezlerinin yayınladıkları resmi görüntülerdir. Örneğin düz Dünyacıları ele alalım: Onlar Dünya’nın yuvarlak olduğu bir fotoğrafı gördüklerinde, karşıt argüman olarak yıldızların gözükmediğini kanıt gösterirler.

Ayrıca uzaya fırlatılan bir uydunun ya da diğer gezegenlere gönderilen araçların görüntüleri de sahte oldukları, söz konusu ajansların bizleri kandırdığı kanısına neden olur. Aslında bakarsanız, Voyager 1 gibi bir aracın dünyadan milyonlarca kilometre uzaklıktaki görüntülerini tasvir eden görüntüler sahtelerdir. Çünkü o aracın gerçek bir fotoğrafını çekmek için yanında fotoğraf çekmekle görevli bir araç daha göndermeniz gerekir. Bu araç, çektiği fotoğrafları Dünya’ya göndermek için haberleşme sistemlerine de sahip olmalıdır. Uzay ajansları ise böyle pahalı sistemlere para ayırmazlar.

Örneğin aşağıda gördüğünüz resim, Voyager 1 isimli uzay aracına aittir, ancak bir fotoğraf değil söylediğimiz gibi bu bir görseldir. Sadece animasyondur:

Bu da Dünya’nın 1972 yılında çekilen “Blue Marble” isimli ilk bütünsel fotoğrafı:

“Yıldızlar yok, o halde bu fotoğraf sahte” demek için, bu fotoğrafların nasıl çekildiklerini bilmek gerekiyor. Günümüzde 1972 yılına nazaran Dünya’dan daha da uzakta olan araçlarla, daha yüksek çözünürlüklü fotoğraflar elde ediliyor.

Plüton’un New Horizons uzay aracı tarafından 2015 yılında çekilmiş bir fotoğrafı:

Öncelikle bilinmesi gereken şey, bu fotoğrafların milyonlarca kilometrelik katmanlara bölünmüş veriler halinde katettikleridir. Bir Güneş ışınının Dünya’ya ulaşması yaklaşık 8 dakika sürüyor. Bir verinin Plüton’dan ulaşması daha da uzun sürer, çünkü Güneş’e olan ortalama uzaklığı 5.91 milyar kilometredir. Bu mesafeler, gezegenlerin yörüngesel hareketlerine bağlı olarak değişir.

Uzaydan gelen fotoğraflar, yeryüzünde kullandığımız kameralara benzer kameralarla çekilmezler. Hayat içinde alıştığımız fotoğrafçılık, uzaydaki fotoğraf makinelerimizin yanında “şipşak” kalırlar. Fotoğraf verileri, uzay merkezlerinin eline bazen aylar boyunca ulaşmaya devam ederler. Katmanlar halinde ulaşan bu görüntüler, yeryüzündeki uzmanlar tarafından bir araya getirilirler. Bu nedenle bir zamanlar uzaydan siyah beyaz fotoğraflar elimize ulaşırdı. Teknolojimiz gelişti ve renkli katmanlar elde etmeye başladık, ancak hala siyah beyaz fotoğraf gönderen araçlar da var. Mesela Mars yüzeyinde görev yapan Opportunity:

Eğer uzay fotoğraflarının temel mantığını kavradıysak, şimdi de asıl mevzuya gelelim. Yıldızlar, o görkemli parlaklıklarına rağmen uzay fotoğraflarında gözükmeyebilirler. Çünkü bu fotoğraflar, az önce de söylediğimiz gibi yeryüzündeki uzmanlar tarafından bir araya getirilerek oluşturulurlar. Verilerin karmaşıklığına göre bu fotoğrafları hazırlamak aylar sürebilir.

Bu konuda en güzel örnek ise Jüpiter’den gelen görkemli fotoğraflardır:

Renklerin ahenkli dansını, yüzlerce kilometre derinliğindeki kasırgaların karmaşasını bir bilgisayar ortamında üretmek kolaydır. Ancak bu fotoğraflarda gördüğünüz her bir renk, üyesi olduğu katmana ait bir fotoğraf katmanıyla ayrı şekilde gönderilir. Sonrasında bu veriler yan yana ve üst üste gelecek şekilde yazılımlar ya da profesyoneller tarafından birleştirilirler.

Yeryüzünde çektiğiniz fotoğrafın uzaydakilerle neden farklı olduklarını anladık. Şimdi de ortak noktalarını söyleyelim. Her iki tür kamera da tek bir şeyin peşindedir: Işık.

Bu kameraların hiçbirisi insan gözü kadar gelişmiş sensörlere sahip olamadılar. Henüz teknoloji, insan gözünün renk ayrımı ve netliğine ulaşan kombinasyona sahip bir kamera üretemedi. Yakın değerlere sahip üstün kameralar var ama tam olarak göz gibi çalışmaları demek, sadece çözünürlük demek değildir. Kameraları üzerinde yer alan diyafram, ISO gibi ayarları, gözleriniz otomatik olarak gerçekleştirir. Bu yüzden ki aniden karanlık bir ortama girdiğinizde gözünüzün ortama uyum sağlaması gerekir.

Şehirden uzak bir yerde, çevreden gelen ışığın az olduğu bölgelerde olabildiğince fazla yıldız görürsünüz. Bunun nedeni şiddeti düşük ışıkların, şehir ışıklarıyla etkilerini kaybetmeleridir. Eğer iyi bir DSLR kameranız varsa, daha çok yıldızı uzun pozlama teknikleriyle görebilirsiniz. Yani ışık değiştikçe fotoğrafın çekilmesi için gereken teknik ayarlar da değişmelidir.

Uzaydan gelen fotoğraflarda amaç, fotoğrafı çekilen nesnenin her türlü detayını ortaya koymaktır. Katmanlar halinde gelen fotoğrafların bir diğer avantajı, üzerindeki ışık ayarlarının fotoğrafı çekmeden önce yaptığınız ayarlar kadar rahat yapılmalarıdır. Bu sayede uzmanlar, cismin büyün detaylarını gösteren katmanları nihai görüntüye aktarırlar. Bu nedenle yakındaki objenin üzerindeki ışık miktarı önem kazanır. Bu ışık miktarını uygun bir düzeye çekmek, çoğu zaman arka plandaki yıldızların ışıklarının kaybolmasına yol açar, tıpkı şehir ışıklarında yaşanan etki gibi.

Aslında çok basit bir deneyle sadece ışıkla ilişkili olan şeyi gözlemleyebilirsiniz. Telefonunuz kamerasını açıp, bulunduğunuz ortamdaki tavanın yanan lambasına doğru odaklayın, bir anda otomatik olarak ışık miktarı azalacak, kamera detayları görmek için daha az ışık geçirecektir. Eğer cihazınızın kamerası ISO gibi ayarlar yapma imkanı sunuyorsa, aynı lambayı görüntülerken bu ayarları değiştirmeyi deneyin. Gördüğüz şey, kaybolan ya da artan ışıktan ibaret olacaktır.

Uzaydan gelen fotoğrafların çoğunda bu nedenlere bağlı olarak yıldız göremeyiz, ancak yıldız gördüklerimiz de vardır