Hayvanat Bahçesi Değil İnsanat Bahçesi

Eski zamanlarda, genellikle kralların, hayvan koleksiyonları oluşturmak amacıyla ortaya çıkan hayvanat bahçeleri, insanların ve özellikle de çocukların ilgisini çekmiştir. Genellikle yabani hayvanları sergilemek maksadıyla düzenlenmiş olan hayvanat bahçelerinin amacı, insanlara bilmedikleri hayvanları göstermek ve aynı zamanda hayvan türlerini doğadakine en yakın şekilde yetiştirmekti. Ancak yaşam koşullarının olumsuzluğu ve özgürlüğünden alıkonulmuş şekilde yaşamlarını sürdürmeleri, birçok kesimi rahatsız etmekte. Bu sebeple hayvanat bahçeleri günümüzde, özellikle çocuklara eğitim veren ve doğa sevgisi aşılayan bir yer olmaktan daha çok, toplumun birçok kesiminin vicdanını zorlayan bir hapishane olarak görülmekte ve sorgulanmaktadır.

Bugün hayvanlara yapılan bu zulüm ve şiddet sorgulanırken, çok yakın bir geçmişte, hem de medeniyetin beşiği olarak isimlendirilen Avrupa’da, Afrikalılar başta olmak üzere Uzak Doğulular, Eskimolar yani batılı olmayan birçok etnik gruptan insanlar, zorla kafeslere ve bahçelere kapatılıp, tıpkı hayvanlarmış gibi ziyarete açılıyordu. Bugün bize insan hakları ve medeniyet dersi vermeye çalıştığını sanan Avrupa’nın, en utanç verici sırlarından biri olan “Human Zoo” yani “İnsan Hayvanat Bahçesi” veya “İnsanat Bahçeleri” olarak isimlendirebileceğimiz bu insanlık dışı uygulamalar çok değil, henüz 58 sene önce Avrupa’nın merkezinde sergileniyordu. Bu sergilerin amacı, bir taraftan halkı eğlendirmek, diğer taraftan da beyaz adamla kıyaslandığında diğer toplulukların ne kadar ilkel kaldıklarını kitlelere göstermekti. Paris, Hamburg, Antwerp, Barcelona, Londra, Milan, New York ve Varşova gibi Avrupa’nın önemli şehirlerinde yer alan bu yerler ne acıdır ki, Avrupa halkından da büyük ilgi görmüşlerdi.

Karanlık geçmişlerini gizlemek konusunda gayet başarılı olan Avrupalıların unutturmaya çalıştığı insan hayvanat bahçeleri ilk olarak 1874 yılında Avrupa’nın en önemli hayvanat bahçesi sahiplerinden Carl Hagenbeck isimli bir Alman tarafından kurulur. Bahçesindeki egzotik hayvanların arasına insanları da eklemeye karar veren Carl Hagenbeck, Afrika’dan yakalayıp getirdiği yerlileri de sergilemeye başlar. Böylece insan hayvanat bahçelerinin temeli atılmış olur. Bir anda insan hayvanat bahçeleri Avrupa’da çok popüler hale gelir. Daha sonra Amerika’da bu kervana katılır. Bu bahçeler ve bu işi yapan tüccarlar kısa zamanda o kadar çok para kazanmaya başlarlar ki, gezici hayvanat bahçeleri bile kurulmaya başlanır ve tüm Avrupa’da hızlı bir şekilde yayılır. Hayvanat bahçelerinde teşhir edilmek için binlerce kadın, erkek ve çocuk; Afrika’dan, Uzak Doğu’dan ve diğer sömürgelerden gemilerle taşınıyor, nadir hayvanlarmış gibi seçiliyorlar ve kafeslere konuyorlardı. Tanıtımlarında ise “vahşi insanlar”, “ilkeller”, “insana benziyorlar”, “insanoğluna en yakın varlık” olarak adlandırılıyorlardı.

1889 Paris Dünya Fuarı’nda 28 milyon insan, farklı ırklardaki 400 kişinin hayvan gibi gösterildiği sergiyi ziyaret etti. 1906 ve 1922 yıllarında Marsilya; 1900, 1907 ve 1931 yıllarında yine Paris’te milyonlarca insan, kafeslerde çıplak ya da yarı çıplak olarak sergilenen farklı ırklardaki insanları görmek için insan hayvanat bahçelerini doldurdu. Amerika’da ise 1896 senesinde Cincinnati Hayvanat Bahçesi’nde bir kızılderili kabilesi olan Siyular sergilendi. 1931’de Paris’te, Eiffel Kulesi’nin altında açılan insan hayvanat bahçesi’ni 6 ay içinde tam 34 milyon kişi gezmişti. Afrika yerlileri, kızılderililer, Eskimolar, Aborjinler, Hintliler gibi farklı görünümde olan insanlar “canlı ara-geçiş formu” olarak sergilendiler. Çevresi dikenli tellerle çevrili bu insan hayvanat bahçesinin tanıtımında “Fransa’nın medeniyet misyonunu gerçekleştirirken nelerle meşgul olduğunu keşfedin” diye yazıyordu. Fuarın dışındaki levhada “Lütfen yiyecek vermeyin, önceden beslendiler” yazılıydı. Çoğunun üzerindeki giysiler çıkarılıyordu, göğüsleri açıktaydı.

En son 1958 yılında Brüsel’deki dünya fuarında sergilenen bu ırkçı ve onur kırıcı uygulamalar tartışmalara yol açınca, insan hayvanat bahçeleri kapatılmaya, köleler de bir bir serbest bırakılmaya başlandı. Sömürgeci Avrupa’nın kendisinden daha farklı olanlara reva gördüğü, bu insanlık tarihinin en üzücü uygulaması ise böylelikle sona erdi.

Aynı dönemlerde bazı bilim adamlarının görüşleri de aktarılıyordu: Bu bilimsel olarak iddia ettikleri görüşler; “Haftalardır bunların üzerinde çalışıyoruz, bunların aklı aşırı derecede geri. Oldukça fazla saldırganlar ve herhangi bir hisleri yok. İnsana en yakın vahşi örneği denilebilir” şeklindeydi. Bu insan hayvanat bahçelerinde sergilenen insanların çoğu, Avrupa’daki virüslerle başa çıkamadılar ve hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybettiler. Hiç tanımadıkları virüslerin neden olduğu hastalıklara ayak uyduramayan bu insanların kimi, yakalandıkları verem, veba, su çiçeği, kızamık ve zatüre gibi hastalıklardan, kimisi de aşırı soğuk ve yetersiz beslenmeden dolayı kısa zamanda öldüler. Bu insanlık dışı uygulama bir adım ileri götürüldü ve Ota Benga adındaki bir pigme, 1904 yılında ABD’li misyoner Samuel Phillips Verner tarafından Belçika kongosunda yakalanarak, New York’taki Bronx hayvanat bahçesinde birkaç şempanze, bir goril ve bir orangutanla birlikte “insanın eski ataları” adı altında sergilenmeye başladı. Onur ve gurur kırıcı bu uygulamalar artmaya başlayınca tepkiler üzerine insanat bahçeleri birer birer kapatılmaya başladı. Ota Benga’yı medenileştirme adı altında İngilizce öğretildi ve farklı uygulamalara maruz kaldı. Daha sonra bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başladı. Fakat yaşadığı bu insanlık dışı uygulamaların etkisinden çıkamadı ve 20 Mart 1916 günü çaldığı bir tabancayla kalbine ateş ederek intihar etti.

En son 1958 yılında Brüsel’deki dünya fuarında sergilenen bu ırkçı ve onur kırıcı uygulamalar tartışmalara yol açınca, insan hayvanat bahçeleri kapatılmaya, köleler de bir bir serbest bırakılmaya başlandı. Sömürgeci Avrupa’nın kendisinden daha farklı olanlara reva gördüğü, bu insanlık tarihinin en üzücü uygulaması ise böylelikle sona erdi.