Atatürk, ‘Kayıp Kıta Mu’ Konusuyla Niçin Özel Olarak İlgileniyordu?

Atatürk’ün vefatının üzerinden tam 82 yıl geçti, fakat onun ‘dehası’ her geçen gün biraz daha ortaya çıkmaya devam ediyor. Atatürk’ün en büyük hayallerinden birisi, Türklerin kökenini ortaya çıkartmaktı. Onun belki de en az bilinen yönlerinden birisi ise; antik gizemler, okültizm vb. olan merakıdır.

Atatürk’ün emriyle, Türklük akımları üzerine yapılan araştırmalar derlendi. Pek çok bilim insanı ve araştırmacı, bu sahada yeni çalışmalara başladı. Yabancı bilim insanları davet edildi. 1930’da Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çalışmalar neticesinde çok zengin kaynaklara ve bilgilere ulaşıldı. Fakat ‘Türklerin kökeni?’ sorusu cevap bulamadı.

Konu gitgide gündemden düşerken, eldeki kaynaklar ışığında Atatürk bizzat kısa tezler hazırlıyor ve bunları yemeğe davet ettiği akademisyenlerle uzun uzun tartışıyordu.

Derken 1932’de, emekli general Tahsin Mayatepek, Atatürk’ü ziyaret etti. Tahsin Bey Maya dili ile Türk dili arasındaki benzerlikleri anlatmaya başladı ve bir ‘Mu Kıtası’ araştırmacısı olarak tanınan İngiliz Albay James Chruchward‘ın kendisine söz ettiği, Hindistan’da bulduğu tabletleri anlattı. Chruchward, ertesi gün apar topar Ankara’ya davet edildi.

Chruchward, 2 hafta sonra Ankara’ya gelerek Çankaya’da, Atatürk ve Tahsin Bey ile akşam yemeği yedi. Chruchward; bu tabletleri nereden bulduğunu, yaklaşık 50 senesini bu araştırmaya adadığını, tabletlerdeki dilin Antik Mayalara dayandığını, M.Ö. 200.000 ila 70.000 yılları arasında Pasifik’te bulunan Avustralya’dan biraz daha büyük ‘Mu’ adında bir kıtadan söz edildiğini ve kıtada yaşayanların yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra bir sel veya deprem neticesinde battığının düşünüldüğünü Atatürk’e iletti. Bu görüşmenin ardından Atatürk, 60 kişilik bir heyet kurdurarak Mu Kıtası hakkındaki kitapların tercümesi emrini verdi.

Atatürk’ün yaveri Salih Bozok, konuyu hatıralarında şöyle anlatıyor:

”Gazi, kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı! Günaşırı; ‘Tercümeler bitmedi mi? , Heyet niçin bu kadar yavaş çalışıyor?’ diye hayıflanıyordu. Nihayet tercümeler bitti. Kitap basılmadı, daktilo edilerek Atatürk’e sunuldu. Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu, yaratılışı anlatan bölümle özel olarak ilgilenmişti. ‘Mu Kıtası’nın insanlığın anavatanı olduğunu, nüfusun 64 milyona çıktığını’ yazan kısmın altını çizmişti. Mu’da geçen Tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağının üzerinde durmuştu. Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları öz Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu.”

Salih Bozok’un konu ile ilgili aktardıkları ne yazık ki bu kadar.

Daha sonra Atatürk, Tahsin Bey’i Meksika’ya elçi olarak atamış, ayrıca TBMM bütçe kayıtlarından da anlaşıldığı üzere kendisine yüklü bir miktarda araştırma bütçesi tahsis etmişti.

Her ne kadar ‘Büyükelçi’ olarak gözükse de, Tahsin Bey’in asıl görevi Maya dilinin öz Türkçe’yle olan benzerliğini ve Maya tabletlerini araştırmaktı. Meksika’ya gitmesinden bir müddet sonra, Etnografya Müzesi’nden kimi görevlileri yanına gönderdiler. Ekibin araştırma sonucu, 3 ciltlik bir kitap haline getirilerek Atatürk’e sunuldu. Kitaplarda: Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandığı eşyaların, Türklerin kullandığı eşyalara ne denli çok benzediği, hatta davul ve kalkanlarında kullandıkları ay ve yıldızın Türk Bayrağındaki ay ve yıldızdan hiçbir farkı bulunmadığı açıkça kanıtlanıyordu.

Ayrıca, yüksek bir para karşılığında, William Niven tarafından bulunan tabletlerden bir tanesi satın alınarak Atatürk’e gönderildi.

Söz konusu tablet, günümüzde hala Atatürk’ün saklı mektupları ile birlikte muhafaza edilmektedir. Atatürk’e ulaştırılan cilt halindeki araştırma neticeleri ise, 70’li yıllara dek Türk Dil Kurumu’nda bulunuyordu. Şu anda ise Anıtkabir kütüphanesinde iki cilt olarak 1301 ve 1302 numarasıyla halen ziyarete açıktır. 3. cilt ise kaybolmuştur. Dahası, Chruchward’ın kitaplarından yapılan çeviriler de 4 cilt olarak aynı yerde muhafaza edilmektedir. Tahsin Bey’in, Atatürk’e gönderdiği 700’den fazla fotoğraf da Anıtkabir fotoğraf arşivinde yer almaktadır.

Fotoğraflarda; tapınak ayinlerini yöneten kişilerin kürsülerinde, dünyada yalnızca Türk Mitolojisinde görülen ‘Bozkurt’ figürünün bire bir aynısının kullanılması, Atatürk’ün üstünde durduğu bir başka konu olmuştu. Sonuç olarak Atatürk, akademik ve bilimsel ispatlarla desteklenen bir Türk tarih tezi sunmuş fakat bunu kitaplaştırmaya maalesef ömrü yetmemiştir. Teze göre şu sorulara net yanıtlar veriliyordu:

“Türkler, Orta Asya’dan gelmişlerdi ama Orta Asya’ya nereden ve nasıl gelmişlerdi?”, “Türklerin, Amerika kıtasının yerlileri olan Maya, Aztek ve İnka uygarlıkları ile olan benzerlikleri nasıl açıklanabilirdi?”, “Dünya tarihi nerede başlamıştı?”, “Orhun Yazıtları ve Maya tabletlerindeki benzerlikler nereden geliyordu?”

Ve bir not: Tahsin Bey’in soyadı, Mayatepek’dir. Bunun nedeni ise, Maya dilindeki ‘tepe’ sözcüğünün ‘tepek’ olmasındandır. Tahsin Bey, 1932-1938 seneleri arasında tuttuğu yüzlerce notu Türk Tarih Kurumu’na 14 farklı rapor halinde göndermiştir. Raporların kimi kayıp parçaları bazen sahaflardan, bazen de bazı kişilerden parça parça ortaya çıkmaktadır.

Lakin elde olan bilgilerin yalnızca bir bölümü, 2006’da Sinan Meydan tarafından kitap haline getirilmiştir.  Anıtkabir arşivleri bir an önce açılmalı ve uzman bir ekip, Mustafa Kemal Atatürk’ün yarım bırakmak zorunda kaldığı bu hayalini gerçekleştirmelidir.