1920’li Yıllarda Çok Moda Olan Karanlıkta Parlayan Saatlerin Sonu Skandalla Biten Hikayesi

Bundan yüz yıl kadar önce, karanlıkta parlayan kol saatleri karşı konulamaz ölçüdeki bir yenilikti. Kadranları özel bir boyayla kaplanmış bu saatler her daim parlıyor ve bunun için güneş ışığına da gereksinim duyulmuyordu.. Bu saatleri ilk üreten fabrikalardan birisi,1916 yılında New Jersey’de açıldı.
Fabrika, Amerika’da daha sonra açacağı pek çok yeni tesisinde çalışacak binlerce işçisinin ilk 70’ini, 70 genç kızı işe aldı. Kazancı nispeten daha yüksek ve itibarlı bir işti. Bu nedenle bir çok genç kız bu fabrikalarda çalışmak istedi İş öylesine havalıydı ki, fabrikada çalışan kadınlar kız kardeşlerini ve arkadaşlarını da burada çalışmaya teşvik ediyorlardı. Fabrikada çalışan kızlara, bazıları sadece 3,5 cm genişliğinde olan minik kadranları boyama işini düzgünce yapabilmeleri için boya fırçasını dudakları arasında sivriltmeleri öğretilmişti.
Bir zanaat öğrendiklerini düşünen bu kızlar fırçayı her ağızlarına aldıklarında bir miktar da bu boyadan yutuyorlardı elbette. Bu genç kızlar ne olduğunu tam olarak bilemedikleri bu maddeyi ağızlarına sokmakta başta tereddüt etse de fabrika yöneticilerinin kendilerinden emin bir biçimde verdikleri zararsız cevabı ile işlerini yaptılar. Kullanılan boya, Nobel ödüllü kimyager Marie Curie ve eşi Pierre Curie tarafından 1898’de keşfedilden radyoaktif bir elementi, radyumu içeriyordu.

Karanlıkta parıldayan bu mucizevi boya, çinko bir bileşim karıştırılmış radyoaktif radyum tuzlarından ibaretti. Bu karışımda, radyum atomlarından salınan parçacıklar, çinko atomlarının enerji seviyesini artırarak titreşmelerini sağlıyor, bu da ortama yeşilimsi bir ışık yayılmasını sağlıyordu.Parlayan elementin keşfedilmesinden bu yana, zarar verdiği aslında bilim çevresi tarafından biliniyordu. Marie Curie’nin kendisi de onu kullanması nedeniyle radyasyon yanıklarına maruz kalmıştı. Fabrikadaki bu parlak toz, boyanın karıştırılması sırasında havaya da karışıyor devamında genç kızların saçlarına ve giysilerine yerleşiyordu. Fakat kızlar bu duruma bayılıyorlardı. İş çıkışı gidilen bir dans partisinde karanlıkta parlamayı kim istemez ki.. Bir kozmetik reklamında parlak rengin cazibesine sadece bu kızlar kapılmamıştı Bu karanlıkta parıldayan şey bir anda sağlıklı olmak ile eş tutulur olmuştu. Radyum, diş macunu, kozmetik malzemeler ve hatta yiyecek-içecek gibi ürünlerin katkı maddesi haline geldi. “Radithor” adı verilen bu preparat, distile edilmiş suda çözünmüş küçük miktarlardaki radyumu içeriyordu. “Ölüyü dirilten ilaç” şeklinde ciddi biçimde reklamı yapılan karışım, pek çok sağlık sorununa çözüm olduğu vaadinde bulunuluyordu. İnsanlar radyoaktivitenin enerji açığa çıkardığını biliyorlardı. Ve vücutlarına bu enerjiyi almalarının zararlı olabileceğini göremiyorlardı. Golf oyuncusu ve sanayici olan Eben Byers, dört yıl boyunca her gün bir şişe radithor içmesiyle bilinirdi. 1932’de bu sebeple öldüğünde, Wall Street Journal gazetesi onun ölümünü, “Radyumlu su gayet güzeldi ta ki çenem eriyinceye kadar.” ifadeleriyle yazdı.

Radyum o zamanlarda çok pahalı bir maddeydi doğal olarak endüstrilerini bu çerçevede kuran firmaların ve bu firmalarda görev alan bilim insanlarının gerçekleri halka anlatması sistemin çarkları içinde düşünülemezdi. Radyasyon zehirlenmesi aniden gerçekleşen bir durum değildi.. Bu nedenle de fabrika işçilerindeki zehirlenme belirtilerinin ortaya çıkması yıllar aldı. İlk ölüm 1922 yılında geldi.. 1920’lerin başlarında, çalışan kızların bazılarında bitkinlik ve diş ağrısı gibi şikayetler oluşmaya başladı. Ve ilk ölüm olayı 1922 yılında gerçekleşti 22 yaşındaki Mollie Maggia önce dişlerini yitirdi, devamında vücudunda enfeksiyonlar oluştu ve çene kemiği tamamen deforme oldu. Bir yıl devam eden acı dolu bir sürecin ardından öldü. Ölüm belgesinde frengi nedeniyle yaşamını yitirdiği yazıyordu. Onu korkunç acılar içinde diğerleri izledi. 1924 yılında fabrika işçilerinin yedisi bu gizemli hastalık nedeniyle ölmüştü bile Artan ölüm ve hastalık vakaları dikkatleri çekmesine rağmen, kimse 19. yüzyılın mucizevi buluşu olan radyumun hastalıkların nedeni olduğuna inanmıyordu. Saat fabrikasının sahibi olan US Radium şirketinin harekete geçerek bir soruşturma başlatması için iki yıl daha geçmesi gerekti. Ne var ki bu soruşturma da fabrikada çalışan kızların hastalıkları ve ölümleri radyum arasındaki ilişki doğrulansa da, şirketin patronu hemen karşıt bir araştırma başlattı. Sonuçlar kamuoyundan bir biçimde saklandı. Neyse ki 1925’te Harrison Martland adında bir doktor, radyumun kadınları zehirlediğini yaptığı çalışmalar ile kanıtladı. Dr. Martland, yapılan incelemelerin sonucunda saat boyayan genç kızların esrarengiz hastalıkların nedeninin radyum olduğu şüpheye yer bırakmayacak şekilde tespit etmişti. Bulgularını 1925 yılında Journal of American Medical Association dergisinde yayınladı. Fabrikanın çalışanlarından Grace Fryer, dört arkadaşı ile birlikte 1925 yılında şirketi dava etmeye karar verdi.

Resim

Fakat 2 yıl boyunca kendilerini savunacak bir avukat bulamadılar. Sonunda 1927’de Raymond Berry adında genç bir avukat davalarını kabul etti.
Bu dava ile birlikte haber dünya çapında yankı buldu. Cesaret alan başka kadınlar da şirket aleyhine dava açtı.Çekişmeli geçen sürecin ardından, 1928 yılında dava sonuca bağlandı ve US Radium firmasının her bir davalıya 10.000 dolar tazminat ödemesine, ölene kadar da 600 dolar aylık bağlamasına ve tüm tıbbi bakım ücretlerini de üstlenmesine karar verildi. 1939 yılında Yüksek Mahkeme şirketin son itirazını da reddetti. Bundan bir yıl öncesinde de Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi radyum içeren ürünlerin yanıltıcı biçimde paketlenmesine yasak getirdi Radyumlu boyanın kullanımı zaman içinde yavaş yavaş azaldı. 1968 yılından bu yana da saatlerde kullanılmıyor. Radyum kızları yaşadıkları tüm acılara radyoaktivite alanındaki bilimsel birikimimiz konusunda kalıcı bir miras bıraktılar..