Büyükada’da Konakta Yaşanan Korkunç Olaylar

Okuyacağınız dosya 1980’li yıllarda yaşanmış bir olayı konu alacaktır. Rüzgar Bey’in (Bu onun bu hikayede kullanacağımız takma ismi , geri kalan kişilerin isimleri gerçeğiyle aynıdır.) anlatacağı bu dosya geçmişte yaşanmış olan bu vakaya ışık tutacaktır.

Bölüm 1

Rüzgar Bey anlatıyor ;

Istanbul Büyükada’ya yeni taşınmıştık… Daha önce yine burayı andıran bir Bursa ilçesi Mudanya’da yaşıyorduk. Mudanya’da iken eşimin annesi ve babası hemen karşı konağımızda oturuyordu.Bir gece çıkan yangında ikisi de evlerinde öldü. Eşim her gün o eve bakmaktan acı çekiyordu… Aynı eve bakmak bir yana dursun aynı şehirde dahi yaşamak istemiyordu… Mudanya Mütareke Caddesi üzerindeki küçük yalımızı sattıktan sonra toparladığımız paralarla Büyükada’da yine güzel bir konak tutmuştuk. Eşim Şermin evi çok sevmişti , günler sonra yüzü gerçekten gülüyordu… Konak , Mudanya’daki konaktan çok daha büyüktü. Geniş bir bahçesi , geniş bir büyük salonu ve odaları vardı.Bu konağın üstesinden tek başına gelemezdik . Hem Şermin’in yorulmaması için hem de geceleri yalnız kalmaktan hoşlanmadığımız için eve görevli 2-3 kişi almayı kafamıza koymuştuk.

Kış aylarında Büyükada bir bakıma terk edilmiş gibi oluyordu… Haftalarca birilerinin başvuru yapması için bekledik ancak gelen giden yoktu. Adadaki kahvelere , lokallere haberler salsak da bir türlü evde çalışacak kimse bulamamıştık. Bir gün gök delirircesine yağmurla patlamış , sokaklarda kimseler kalmamıştı… Yıldırım ve gök gürültüsü sesleri , dalgaların duvarları delecekmişcesine çıkardığı gürültü Büyükadayı inletiyordu. Eşim Şermin ve ben üst kattaki salondan denizi izliyorduk.O sırada kapı çaldı , bu konakta ilk kez Şermin ve benim dışımda birisi kapıyı çalıyordu…

Şermin konağın kapısına doğru hareketlendi , bir misafirin gelmiş olmasını umuyordu belli ki… Çok fazla dostu , çok fazla arkadaşı olan birisi değildi ve onun arkadaşlıklar kurmasını ben de çok istiyordum. Ben de onun arkasından kapıya doğru yöneldim… Şermin kapıyı açmadan önce bana dönüp gülümsedi ve kapıyı açtı. Karşımızda 60’lı yaşların başında bir çift vardı… Yağmurdan sırılsıklam olmuş bir halde kapının önündeydiler. Şermin “Buyrun neye bakmıştınız ?” dedi… Sesinde bir hayal kırıklığı olduğunu belliydi , yeni arkadaşlıklar hoş sohbet geçireceği kişilerle tanışmak istiyordu.Bu çift bizim için fazla yaşlıydı. Kadın “Rüzgar Bey konağına müştemiyat aranıyor diye duyduk… Eğer hala görevli eksiğiniz varsa biz gönüllüyüz.” dedi. Çok düzgün bir Türkçesi vardı , dışarıdan bakıldığında  bir konak sahibi olduğunu sanabilirdiniz. Sağlıklı ve kararlı duran bir kadındı ancak tabi ki saygıda bize kusur etmiyordu.

Şermin’in yanına gittim… “Bu ev büyük bir ev , büyük evin derdi de büyük olacaktır… Yaşınız buna engel olmasın ?” diye sordum… Kadın yaşlarının bir sorun teşkil etmeyeceğini söyledi. Kendisinin günlük temizliği ve yemeği yapabileceğini eşinin ise bekçilik ve bahçe işlerinde görevli olabileceğini söyledi. Şermin pek onları işe alma taraftarı olmasa bile bu yoklukta iyi kötü çalışacak birilerini bulmuştuk… Üstelik bize gönlümüzden ne koparsa o paraya çalışabileceklerini söylemişlerdi. “Bu geceyi burda geçirin , zaten dışarısı çok yağışlı… Biz eşimle iyice oturup düşünüp sabah size kararımızı söyleriz siz de bu geceyi evi tanımakla geçirmiş olursunuz.” dedim. Her iki taraf için de güzel bir teklifti… Kadının adı Dicle , adamın adı Akif’ti. Şermin onlara alt kattaki odalarını gösterip gelmişti… Yanıma gelip “Bu insanları alamayız yaşları çok geçik” dedi… Ona hak verdiğimi söyledim , yarın uygun bir dille gönderebileceğimizi belirttim. Sinirli gibiydi “Ne olduğunu bilmediğimiz insanların bizimle bir gece geçirmesini neden kabul ediyorsun Rüzgar ?” diye çıkıştı.

Aslında söylediklerinde haklıydı ama o yağmurda o insanları sokağa salmaya izin vermek istememiştim. Biz aramızda bu tartışmayı yaparken büyük salonun kapısı tıklatıldı , kapıyı tıklatan Dicle idi. “Meyve tabağı hazırladım buyurmaz mısınız ?” dedi… Şermin buna bozulmuştu… “Bu gece misafirimiz olduğunuzu söyledik , işgüzarlık yapmayın.” dedi. Dicle iki elini önüne bağlayıp kusura bakmayın demekle yetindi… Şermin fazla tepki gösteriyor gibiydi… Gece iyice çökmüştü salonun ve diğer odaların kapısını iyice kitlemiştik. Yaşlı çiftin neyin nesi olduğunu bilemiyorduk ama bir kere kalın demiştik işte… Konağın en üst katındaki yatak odasına çıktık , kadının verdiği meyve tabağı da Şermin’in elindeydi… O meyveleri yiyordu , ben o sırada çoktan uykuya dalmıştım.

Sabah uyandığımızda yağmur devam ediyordu… Şermin yanımda yoktu , evin en alt katından kahkaha sesleri geliyordu. Ben alt kata indiğimde gördüğüm manzaraya inanamamıştım , Şermin ve Dicle son derece keyifli bir şekilde kahvaltıyı hazırlıyorlardı. Şermin insanlara mesafeli birisiydi ama Dicle ile o gün mutfakta kol kola kahkalar atıyordu. Şaşırmıştım , dün geceki tepkili halinden eser yoktu. Ben içeri girince birbirlerinin yanından uzaklaştılar , Dicle yemek yapmaya devam ediyordu.Az önce olanları gülerek izleyen Akif de masanın tozunu almaya başlamıştı. Şermin’i yanıma çağırıp dünden bugüne bu kadar değişmesine neyin sebep olduğunu ve bilmediğin bir şeyin mi var olduğunu sordum. Bu sabah çok güzel bir güne uyandığını ve herkesi çok sevdiğini söyledi… Aslında yıllardır onu bu kadar sevecen bir halde görmemiştim ama sanki bir gariplik varmış gibiydi. “Onları işe alalım tamam mı Rüzgar ?” dedi… Önemli olan onun içine sinmesiydi ve Şermin mutlu gözüküyordu… “Nasıl istersen öyle olsun.” dedim… Gülümsedi. Şermin onların yanına mutfağa gitmişti , ben de kapının önündeki gazeteleri almaya gittim ancak Akif çoktan alıp büyük salona bırakmıştı bile.

Gazeteleri okuyordum , alt kattan gülüşmeler kesilmiyordu büyük salonun kapısını tıklatan Akif’ti… “Kahvaltı hazır.” dedi… “Kahvaltı salondaki masada olmayacak mı ?” diye sordum. “Şermin hanım hep beraber yememizi istedi.” dedi.. Şaşırmıştım… Aslında güzel bir davranıştı ama Şermin her zaman çalışanları ile arasına mesafe koymaktan hoşlanan birisiydi. Şaşkın bir şekilde merdivenleri inmeye başladım… Görkemli bir kahvaltı hazırlamışlardı , sofrada bir tek kuş sütü yoktu. Oturup yemeye  başladık. Kahvaltı başlamıştı… Ben Şermin’in yanında oturuyordum , Akif ve Dicle de yan yana oturuyorlardı. Yemeklerimizi yerken Dicle bizler hakkında sorular sormaya başladı… “Konakta hep 2 kişi mi yaşayacaksınız , aile büyükleriniz ya da kardeşleriniz gelecek mi ?” diye sordu. Ben kimsenin gelmeyeceğini söyleyecektim ki Şermin lafa atıldı. “Hayır hep bu şekilde olacağız.” dedi…

Zaten ikimizin de kimi kimsesi yoktu… Ama Şermin lafı bana bırakmıyordu bir türlü. Dicle’nin soruları devam ediyordu. “Genç çiftsiniz yakında bir evlat sahibi olabilirsiniz umarım.” dedi… Şermin bu sefer bir şey dememişti… Morali bozulduğu belliydi. “Dicle hanım , Şermin ile benim çocuğumuz olmuyor… Bu bahsi kapatabilir miyiz ?” dedim. Kadın bozulmuştu… Kocası Akif ona dirseğiyle dokunup kapat çeneni der gibi bir ifade takındı. Dicle özür dilemişti… Şermin yüzüne yalandan  bir gülümseme takınıp önemli değil demekle geçiştirdi her şeyi. O gün yağmur yine gün boyu devam etti… Akif ve Dicle’ye işe alındıklarını kahvaltıdan sonra söylemiştik. Ceplerine bir miktar para koyup onları Büyükada pazarına yolladım. Evde yemeklik pek bir şey yoktu , Şermin’le büyük salonda oturup sohbet etmeye başladık.

Şermin’e bu ani ruh değişiminin nedenini sordum… Dicle’ye birden kanının ısındığını ve işlerini iyi şekilde yapacak insanlar olduklarını söyledi. Dediklerinde haklıydı , işlerini iyi yapıyorlardı ve gerçekten kanı ısınmıştı. Biz bize konuşurken bir gariplik yoktu Şermin’de… Biz konuşmaya devam ederken alt kapı açıldı. Dicle ve Akif’in geleceğini düşünüyorduk.Üst kattan seslendik , ses gelmedi. Şermin merdivenlerden aşağı indi… Ses hala yoktu. Ben de arkasından indim , merdivenlerde karşılaştık Şermin alt kata inmeye korkuyordu.Ben merdivenleri indiğimde sokak kapısı açıktı. Ancak ne içerinden ne de dışarıdan bir ses gelmiyordu. Kapıyı kontrol etmeye gittiğimde kapıda kan kırmızı renk taze bir boya olduğunu gördüm… Boyaydı ama boya kokusu yoktu üstünde. Hatta herhangi bir kokusu yoktu… Dışarıdan birisi görse kesinlikle kan sanabilirdi.

Bölüm 2

Değişik bir işaret vardı… Bir yuvarlığın içinde bir nokta vardı.Bu noktanın tam ortasında da siyah bir nokta. Şermin aşağıya inmeye korkup yukarı çıkmıştı , hırsızlar ve kundakçılar onu çok korkuturdu. Ben bu işarete dikkatlice bakarken birden Akif’in sesini duydum. “Bu bir uyarı işareti Rüzgar Bey.” dedi… Arkamı döndüğümde Akif ve Dicle de benim gibi o işarete bakıyordu. Dicle birden evin içine girip mutfağa doğru yöneldi. Ben Akif’le kalmıştım , “ne demek bu uyarı meselesi ?” dedim… “Genelde geceleri zina olan , günahlar işlenen , içki içilen evlere çizerler… Ancak neden böyle bir şey yapsınlar anlamadım.” dedi. Ben de anlamamıştım… Şaşırmıştım.Çünkü Büyükada halkı son derece saygılı ve nezih insanlardan oluşuyordu üstelik o söylenen şeylerin benim evimde yapılması imkansızdı.

Akif bana dönüp “Nalburdan aynı renkte boya alıp kapıyı boyarım , dert edinmeyin.” dedi ve gitti. Ama bu olay canımı sıkmıştı. Üst kata çıktım… Şermin meraklı gözlerle bana bakıyordu. “Ne oldu ?” diye sordu… Mahalleden bir kaç serserinin gündüz saati sarhoş sarhoş kapımıza çattığını söyledim. Ne kadar inandı bilmiyorum ama o an inanmış görünüyordu… Kapıya bir köpek dikmemizin iyi olabileceğini söylemişti.Bu fikir benim de aklıma yatmıştı , hem geceleri bu ıssız konağı korur hem de bize arkadaşlık edebilirdi.

Gün içinde sokağa çıktık , Şermin yağmurda yürümeyi severdi. Adadaki balıkçılardan birinin önünde durduk. “Limanda yavrulayan köpek var mı ?” diye sorduk… “Ne için ?” diye cevap verdi. Şermin “Evde beslemek için… ” dedi… Balıkçı yanımıza geldi ve yeri tarif etti… Orada henüz 1 yaşına yeni gelmiş bir kurt köpeğinin olduğunu ve evlat edinmek için bir miktar para vermemiz gerektiğini söyledi. Biz Şermin ile gidip köpeği aldık… Akıllı uysal bir hayvana benziyordu. Gece olup onu bahçeye besledik , Akif iyi kötü bir kulübe yapmıştı bile. Dicle ise köpeğin yanına hiç gitmemişti… Hatta köpeğin değdiği yağmurluğuma bile elini sürüp askıya kaldırmamıştı.

Gece iyice çökmüştü , günün yorgunluğunu atmak için herkes erkenden çekilmişti odalarına… Pencereden köpeğe baktım , gayet rahattı. Akif’lerin odalarının lambası da yanıyordu , bir sıkıntı olmazdı. Şermin uyumaya geçmişti bile , ben de yanına kıvrıldım… Gece saat 2 gibiyken Şermin’in yanımdan kalktığını ve lavaboya gittiğini hissettim… O an uyku sersemiydim , ancak bir yerden sonra uykum açıldı ve Şermin hala yanımda değildi. Lavabonun ışığı da hala yanıyordu. Kalkıp lavaboya göz atmaya gittim , Şermin sadece aynaya bakıyordu… Aynada kendi gözlerinin içine bakıyor ve dişlerini sinirle sıkıyordu.

Ben lavabo kapısından başımı içeriye uzattığımda o uyku sersemi hali geçti ve birden korkuyla zıpladı… “Ne yapıyorsun burda Şermin ?” dedim… “Uyku sersemi öylece dalmışım aynaya karşı..” dedi… Bir gariplik yok gibiydi konuşmalarında ama az önceki hali çok garipti. Yatağa geri dönüp uyuduk.Şermin’in gözü sürekli lavabodaydı… Şermin’e bakıp “Neden lavaboya bakıyorsun ?” diye sordum.

“Bilmiyorum , orada birileri var… ” dedi. “Nasıl yani lavaboda mı ?” diye sordum… Aynaya bakarken kendisinin kendisine seslendiğini söyledi… “Aynadaki ben , gerçekteki bene seslendi… Ben ilk kez böyle bir şey yaşıyorum Rüzgar.” dedi… Çok yorgun olduğunu , yorucu bir gün geçirdiğimizi söyledim.O dönem böyle şeylere inanmıyordum ve eşim de çok normal davranışlar sergilemiyordu.O yüzden çok üstünde durmadım. Şermin bu gece salonda uyumamızı teklif etti… Kırmadım , korkularının üstüne gitmesini yıllar önce söylemiştim ve bu konudan büyük kavgalar etmiştik.

Kendisini rahat hissetmesi için göz yumdum. Salona inerken konağın kapısının önünde 1-2 kişinin olduğunu gördüm… Şermin merdivenlerden inmişti alt kattan “Ne oldu ?” diye seslendi. “Köpeğe yem vermeliyim.” gibisinden  bir yalan söyleyip bahçeye doğru yöneldim… Kapıyı boyayanların bunlar olduğunu düşünüyordum çünkü. Şermin salona yatağı kurarken ben kapı önüne çıktım. Kimse yoktu… Garip olan kısım ise az önce yanan sokak lambasının ben inince sönmüş olmasıydı , sanki birileri bir şekilde etrafa göz atmamı istemiyor gibiydi. Köpeğe baktım , huysuz gözükmüyordu.Çevrede yabancı birileri varmış gibi davranmamıştı. Kapıları iyice kitleyip üst kata çıktım… Şermin ayaktaydı. “Yatak odası… ” dedi. “Birisi benim sesimle bana sesleniyor… ”

Alt kattan Dicle ve Akif ayaklanmıştı… “Neler oluyor Rüzgar Bey ?” diye seslenmişti Akif… Cevap vermedim. Şermin korkuyordu. Bembeyaz olmuştu , korkudan tırnaklarını yiyordu… “Sakın ha , sakın ha çıkma oraya.” dedi. Dicleye seslenip Şermin’i yanına çağırmasını söyledim. Akif ile birlikte yukarı çıkıp Şermin’i aşağıya indirdiler. Ben de en üst kata , yatak odasına çıkmak üzere merdivenlere yöneldim. Odada bir gariplik yoktu , sağda solda her şey normaldi. Ancak nedense odadan sürekli takırtı sesleri geliyordu… Bir evde bir şeyler gece vakti neden takırdayabilirdi ki ? Bunca zaman duymaya alıştığım takırtılar o an bana şüphe noktaları olarak geliyordu.

Odada bir şey yoktu , odanın gördüğü lavaboya doğru ilerledim. Lambası kapalıydı , açtım ama yanmıyordu. “Ampül patladı heralde” diye düşündüm , yatak odasının ışığı lavaboyu çok az aydınlatıyordu. Lavaboya girdiğimde duş perdesinin ıslak olduğunu gördüm… Şermin duşa falan girmemişti , üstelik yerler de nemliydi. Tavanlarda da nemlilik vardı… Tavandan aşağıya damla damla su damlıyordu. Akif’e seslendim , hızlıca lavabonun olduğu kata geldi. “Büyük ihtimalle yağmurdan dolayı kaçak oldu beyim , bu gece bir şey yapamayız yarın ilgileniriz isterseniz.” dedi… Kabul ettim , refleks olarak elim yine lavabonun lambasını açma tuşuna gitti , bu sefer lamba çalışmıştı… Oyun gibi bir şey oynanıyordu sanki. Odanın lambalarını kapattım ve iyice kitledim. Alt kata Şermin’in yanına inip ona ne gördüğünü ve ne duyduğunu sordum. Gözleri dolu doluydu ve hıçkırığını içine çeke çeke konuşuyordu ;

“Başta annem ve babam bana seslendiler… Duydum ama kalkmadım. Sonra sırasıyla bütün sevdiklerimin sesleri canlandı zihnimde , senin de canlandı Rüzgar… Sonra bu sefer kendi sesimi duydum… Lavabodan geliyordu , sadece “gel” diyordu… Ben de gittim… Aynadan bana baktı , benimle konuştu , ne dediğini anlamadım sadece isimleri net duyuyordum… El parmaklarından aşağıya siyah kanlar damlıyordu gözleri bembeyazdı… Sadece bir şeyler söyledi… ” dedi ve bu sefer ağlaması şiddetlendi… Dicle koluna kolonyalar sürüyordu Şermin’in… Akif ve Dicle endişeli gözüküyorlardı. Şermin’in bu hali onları da korkutmuştu anlaşılan , Şermin bir süre sonra yorgun düşüp mutfaktaki uzun koltukta uyuyakaldı.

Dicle ve Akif yanıma geldiler söze ilk Akif atıldı. “Rüzgar bey , eğer ki Şermin hanımın onlarla bir sıkıntısı varsa benim hanımım bu işlerden anlar. Yardımcı olabiliriz.” dedi. “Onlar kim ?” dedim. “Onlar işte.. Cann’dan gelmeler.” dedi… “Ben böyle şeylere inanmam Akif efendi , ne kendini ne karını yorma.” dedim… Akif sinirlenmiş gibiydi , Dicle de sözlerime bozulmuştu… Bir şey demeden kapıyı sertçe çekip odalarına girdiler. Bu tavırları şaşırtmıştı beni… O geceyi Şermin’in başında mutfakta bekleyerek geçirdim. O gece boyu Akif ve Dicle’nin odasından da bağrışma sesleri duydum…

Onlar da tartışıyorlardı… Sabah olmuştu… Şermin uyanmıştı , dünkü olaydan sonra bir gariplik olması doğaldı ve öyleydi. Dicle kahvaltıyı hazırlıyor , Şermin de tepkisizce onu izliyordu. Bahçeden Akif’in bana seslendiğini duydum. Yanına gittiğimde yine o manzarayı görmüştüm… Yine aynı boya benzeri şeyle bir yazı yazılmıştı. Geçen sefer işaret çizilmişti , bu seferki yazı garip bir şekiller barındırıyordu. Akif ne yazıldığını biliyormuş gibi bir hal takındı… “Bunu yapan her kimse Adem’in soyundan değildir… ” dedi…

Ancak bunu ben duyayım diye dememişti , kendi kendine söylediği çok belliydi ve ben duymuştum. “Ne dedin Akif ?” diye yanına gittim… Geriye doğru adımlar attı. “Söyleyip canınızı sıkmak istemiyorum.” dedi. “Günlerdir garip şeyler oluyor Akif , bir şey biliyorsan konuş.” dedim. “Bu yazı… ” dedi… “Burda yazılan dil Urdu dilidir Rüzgar bey.” dedi… Ne anlama geldiğini sordum. “Şirr hem cinn” dedi… Ben anlamsızca yüzüne bakıyordum. “”Cinden gelenler” anlamı taşır” dedi… “Saçmalama Akif , bunlar boş hurafeler” dedim… Akif bir şey söylemiyordu. Ancak o eve birilerinin bir şey yapması imkansızdı… Eve dışarıdan kimse giremezdi. Duvarlar çok uzundu , kapılar kitliydi , köpek vardı ve bizler de sadece 1-2 saat uyumuş , uyumamıştık.

Bölüm 3

Kapıdaki boyalar , Şermin’deki gariplikler beni bir şüpheye itiyordu… Akif ve Dicle geldikten sonra evde garip olaylar yaşanmaya başlamıştı… Şermin kendi sesini duyuyor , kapıda farklı boyalar beliriyor ve ne hikmetse bunu ilk farkedenlerden birisi her zaman Akif oluyordur. Şüphe duymuş olsam da pek bir şey söylemedim… Sonuçta böyle şeylerin batıl inançlar olduğunu düşünürdüm. Günler uzun zaman sakin geçmişti… Şermin 3-4 gün normal hayatına devam ediyordu. Akif ve Dicle eve iyiden iyiye alışmışlardı. Pazar izinlerinin olduğu bir gün Şermin ile evde yalnızdık… Yine yağmurlu bir gündü.

Konağın dış kapısı önünde küçük bir kız çocuğu vardı… Üstünde bembeyaz bir elbisesi , sarı lüle saçları , oyuncak bir bebek ile konağın dış kapısı önünde oturuyordu. Tahminen 6-7 yaşlarındaydı. Şermin pencereden onu gösterip “Rüzgar ! Baksana , ne kadar ufak… Sırılsıklam olmuş.” dedi. Hakikaten de öyleydi… Yağmurda sırılsıklam olmuş , üstü başı sucuk gibiydi. Aşağıya indim. Şermin pencereden bizi izliyordu… Köpeğin olduğu kapıyı açtım ve küçük çocuğun yanına gittim.

Ben kapıyı açınca ayağa kalktı… Gözlerini yağmurdan açamıyordu bile. “Adın ne senin ?” dedim… “Yağmur” dedi. Annesinin babasının nerde olduğunu sordum… Denizi gösterdi. “Onun içinde kaybolmuşlar , ben küçüktüm hatırlamıyorum.” dedi… Onu konağa aldım , Şermin konağın merdivenli kapısında bizi bekliyordu. Yağmur ile merdivenleri çıkıyorduk , köpekten ürkmüş elimi sımsıkı tutmuştu. Şermin’i görünce elimi bıraktı… “Benim adım Yağmur” dedi gülerek , Şermin de gülerek başını okşadı…

Şermin mutfakta çocuğa kek , süt gibi şeyler hazırlıyordu… Yağmurun üstünü değiştirmiş , Şermin’in anı olarak sakladığı çocukluk elbisesini üstüne giydirmiştik. Çocuk mutlu gözüküyordu , Şermin’in getirdiği yiyecekleri yemiş , şöminenin önünde sere serpe yatmış keyif alıyordu. Daha sonra yanına gittik , Şermin sorular sormaya başladı “Senin birlikte yaşadığın birisi yok mu Yağmur ?” dedi… Hayır der gibi başını salladı… “Peki annen ve baban nerde ?” diye sorduk… Yine denizi işaret etti. Kolunda bileklik benzeri bir şey vardı… Plastik sarı bilekliğin üzerinde “Bursa Çocuk Esirgeme Kurumu” yazıyordu. Küçük bir çocuk olmasına rağmen sol kolunda da “Min el hak” yazıyordu… Bu sözün anldıbını daha önce az çok duymuştum… Pek hayırlı şeylere vesile edecek bir söz değildi.

Değişik bir hayatı olduğu belliydi bu yavrunun. Şermin bilekliği fark edince benimle diğer odaya geçti… “Rüzgar… Yıllardır sana bir evlat veremedim belki ama bu çocuk bizim için geldi… Yağmurlu bir günde Yağmur diye bir kızımız olsun istemez misin ?” dedi… Çok sevineceğimi söyledim… Yağmur’un yanına gidip “Bu gece burda kalmak ister misin ?” diye sorduk… Evet dercesine başını salladı. O sırada Akif ve Dicle pazardan gelmişti. Şermin , Yağmur’u kucağına alıp Akif ve Dicle’ye onu göstermeye tanıtmaya gitmişti… Merdivenin orda onları beklerken Akif de Dicle de öylece durdu… Eve doğru adım atamadılar , sadece öylece bakıyorlardı. Ben de bu olanları Şermin ve Yağmur’un arkasından seyrediyordum. Şermin ; “Neden gelmiyorsunuz ? Şaşırdınız mı bu güzelliği görünce ?” dedi..

Akif bir şey dememişti. Dicle geriye doğru 1-2 adım atıp “Nerden geldi bu çocuk Şermin Hanım dedi… ” Akif gözlerini küçük çocuğa dikmiş sinirle bakıyordu , Dicle de olayın şokunu yaşıyordu.Ama buna neyin sebep olduğunu o an anlamamıştık. “O bizi buldu” dedi Şermin… Dicle hızlıca Şermin’in üzerinde doğru geldi… Şermin de Yağmur da korkmuşlardı. Yağmur un kolundaki kınadan dövmeyi açtı. “Şermin hanım , buraya bakın… Bu çocuklar üstünde büyü olan çocuklardır.Bu çocuk hanenizde kalırsa yüzünüz gülmez.” dedi…

Şermin Dicle’yi itmişti… “Sen ne saçmalıyorsun Dicle ?” dedi… Yağmur ağlamaya başlamıştı. Koca yaştaki bu kadının ve adamın ona tepki göstermesi onu etkilemişti haliyle.Şermin olanlara sinirlenmişti ve yukarıya çıkmıştı. Akif , Dicle ve ben girişte kalmıştık. Dicle bu sefer benim yanıma geldi… “Rüzgar Bey , yollayın onu evden… ” dedi… Akif de devam edip “Eğer o çocuk gitmezse bu evden çıkacak ilk cenazeden bizler meshul değiliz… ” dedi.

Akif’in cenaze çıkmasından kastettiği neydi anlamamıştım… Dicle laf arasına girip “Siz Akif’in kusuruna bakmayın Rüzgar Bey… O böyle olaylardan biraz korkar. Kalbi tekler de vefat ederse diye söyledi herhalde… ” dedi. Bir göz hareketiyle Akif’i bahçeye yolladı… “Biz sizinle 5 dakika konuşabilir miyiz ?” dedi. Kabul ettim. Mutfağa gitmiştik… Dicle başladı anlatmaya ; “Bu çocuk… ” dedi… “Bu çocuk büyük ihtimalle Arap bir ailenin çocuğu… Kolunda Azem Kabilesinin sözü yazıyor.Bu kabile Peygamber Süleyman Şah Hazretleri tarafından lanetlenmiş , mühürlenmiş bir kabilenin izidir… Bu çocuk girdiği haneyi yakar , girdiği evi talan eder.O evden aklı selim bir insan dahi çıkmaz.” dedi.

Bölüm 4

“Batıllaşma Dicle… Bunlar geçmişte inanılan hurafeler.” dedi. “Rüzgar Bey… O , Şermin hanımı şimdiden büyülemeye başladı bile… O buraya tesadüf olarak gelmedi… ” dedi. Söyledikleri tüylerimi diken diken ediyordu… Korkmuyordum ama garip hissediyordum. “Bu çocuk öyle güçleri olan biri olsa , neden bizle uğraşsın ?” diye sordum… “Öğreneceğiz… ” dedi. Gece sökünce Şermin sofrayı bu sefer büyük salona çıkartmıştı… Sabahki olaydan sonra artık Akif ve Dicle ile yemeğimizi paylaşmamaya başlamıştık.

Uzun bir masamız vardı… Masanın bir ucunda ben , karşı ucunda Şermin tam ortada ise Yağmur oturuyordu. Şermin ve Yağmur yemeği pek beğenmemiş gibiydiler , benim de pek iştahım yoktu zaten. Şermin yemeğini yerken birden duraksadı… Öksürüyordu. Yağmur ona önündeki suyu verdi , içiyordu ama suyu içtikçe Şermin daha da şiddetli öksürüyordu. Alt kattan Dicle ve Akif yukarıya fırlamıştı , öyle şiddetli öksürüyordu ki ses tellerinin zedelendiği sesi bile hissediyorduk. Ağzından yara kabuğu gibi bir şey çıktı… Büyük bir parçaydı. Yemeğin içinde fark edilmemesi mümkün değildi. Etrafı beyazlı siyahlı saç telleriyle sarılıydı… Bu saçlar evde sadece Dicle’ye ait olan renk ve modeldeydi. Şermin öksürürken gözlerini sinirle Dicle’ye dikmişti… Dicle durumu anlamıştı.

Şermin bu sefer ona karşı patlayacaktı… Akif , Şermin’in ağzından çıkan kabuğu inceliyordu. “Rüzgar Bey , bi bakar mısınız ?” dedi… Yanına gittim. “Bu geceki yemeğin içinden eğer bu şey çıktıysa fazla zaman geçirmeden gidin burdan.” dedi. “Neden Akif ? Ne oluyor yine ?” diye sordum. Bu kabuğun bir insan derisinden kabuk olduğunu söyledi… Hiç bir hayvanın yarasının kabuğu bu şekilde pıhtılaşmaz diyordu. Akif’in bu bilgisi beni şaşırtmıştı ama evde yaralı olan kim olabilirdi ki ? Ve hepsinden önemlisi bu şey nasıl oluyor da tencereye giriyor , tencereden Şermin’in tabağına geliyor ve fark edilmiyordu ?

Şermin kendine geldikten sonra el hareketiyle Yağmur’u odaya çıkarmamı istedi… Ben Yağmur’u misafir odasına bırakıp radyoyu açtıktan sonra aşağıya indim. Dicle ve Akif koltukta oturuyordu… Şermin ayakta hesap soruyormuş gibi bir ifade takınmıştı. “Bu şeyi yemeğime neden koydunuz ?” Dicle yemeğe bir şey koymadıklarına yemin ediyordu , Akif de onu onaylıyordu.Ama Şermin inanmamıştı. “Bana söyledi… Dicle’nin bana bir kötülük yapacağını bana söyledi..” dedi Şermin. “Sana kim ne söyledi Şermin ?” dedim… Bu söylediğini duymam onun canını sıkmıştı. Cevap veremedi…

“Dicle , Akif siz aşağıya inin… Yarın eşyalarınızı toplamış olun. Kalan 3 aylık paranızı da vereceğim.” dedim. Şaşırmışlardı ama bu Şermin’in hoşuna gitmişti… Önemli olan eşimin mutluluğuydu fakat daha düne kadar can ciğer olduğu bu iki görevliyle neden şimdi bu kadar kötü oldu anlamamıştım. Bir şeylerin olduğu netti ama anlaşılamıyordu… Onlar alt kattaki odalarına inmişti… Şermin bu gece Yağmur’la uyumak istediğini söyledi kabul ettim… Ben yatak odasına yalnız yatacaktım. Hava yağmurluydu… Ortalık sessizdi , gecenin sessizliğini Şermin’in çığlıkları bozmuştu. Korkunç çığlıklar yükseliyordu yan odadan , Yağmur’un ağlama sesi duyuluyordu. Misafir odası bahçeyi net bir şekilde görüyordu…

Şermin ve Yağmur pencere kenarındaydı… Gözlerindeki korkuyu hala unutamıyorum. Şermin eliyle bahçeyi işaret ediyordu. Bahçedeki demir kapımızın sivri uçlarına evlat edindiğimiz köpeğin kafası kesilmiş ve dikilmişti. Ayrıca bahçenin bazı kısımlarının talan edildiği de belliydi. Alt kata bahçeye indim… Hayvanın leşi paramparça bir haldeydi ve bahçenin dört bir yanına dağılmıştı , sadece başını parçalamamış ve direğe asmışlardı.

Müştemiyat dairesine baktım… Akif ve Dicle yoktu. Evi terk etmişlerdi. Sessiz sedasız , tek kuruş para istemeden ve kaçar gibi gitmişlerdi… Bu evi büyüledikleri konusunda şüphelerim vardı , hatta büyünün varlığına dahi inanmazdım ama artık emindim. Onlar bir şeyler yapmışlardı… Hiç bir yeri arayamadım ve evdeki leş parçalarını topladım. Şermin sakinleştirici ilaçlarını almıştı , Yağmur da bir yerden sonra uykuya dalmıştı bile. Olanları düşünüyordum… Kafam çok doluydu. “En azından artık gittiler , başımıza bela olamazlar” diye düşünüyordum… Ama olacaktı… Öyle şeyler olacaktı ki , bu şey nesil kurutacaktı…

Bölüm 5

Onlar olmadan uyuduğum son geceydi bu… Üst kattaki yatak odama çıkıp uyudum. Ve o gün geri gelmişti… 26 Ocak 1985 sabahı başlamış , şafak sökmüştü. Şermin ve Yağmur beraber kahvaltıyı hazırlamışlardı… Güne güzel bir kahvaltı ile başlamıştım , bugünün iyi geçen tek şeyi buydu. Hayatımdaki en feci anları yaşayacaktım , bütün ömrümü etkileyecek olaylar peşime musallat olacaktı… Şermin ve Yağmur’un hazırladığı kahvaltıyı yaptıktan sonra dün geceki olayı konuşmaya başladık. Şermin dün gece olan köpek olayını sordu… Pek üstelemedim , hayvanın parçalarını kapı önüne siyah bir poşetle koymuştum sabah da kediler , diğer köpekler falan çoktan yemişti zaten. Yağmur oyun oynamak için bahçeye çıkmıştı… Şermin “Dicle ve Akif’in işidir bu , onlardan başka kim öldürecek köpeği ?” dedi. Ben de söylediklerini onayladım… Başka kim nasıl yapabilirdi ki ?

O gün hayatımın en büyük hatalarından birisini yapıp Ada’ya pazara inmiştim… Yağmur ve Şermin evde yalnız kalmışlardı. Giderken kapıyı iyice kitlemiştim… Ancak aldığım bu önlem yetmeyecekti tabi ki… Öğlen 2-3 gibi gittiğim pazardan saat 6 gibi dönmüştüm… Ada’da iyi zaman geçirmiştim , balık ve küçük rakıyı da almıştım… Her şeyin düzelmesini umuyordum… Şermin , Yağmur , yeni ev ve yeni bir hayat… Tek isteğim buydu… Konağın kapısından içeri girdim… Hava kararmıştı. Bahçedeki salıncakta Şermin’in sallandığını gördüm… Gözleri ağaca takılmış , öylece bakıp ağır ağır sallanıyordu.

“Hoşgeldin Rüzgar.” dedi… “Ne yapıyorsun burda Şermin.” dedim. Yüzüme bakıp gülümsedi “Dinleniyorum… ” dedi… Elimdekileri dolaba bırakıp birazdan yanına geleceğimi söyledim. Eve girdim , mutfaktan bir ses geldi ; “Hoşgeldin hayatım , geciktin biraz… ” Şermin’in sesiydi… Donakalmıştım , bir şey diyememiştim… Şermin karşımda öylece yüzüme bakıyordu. Kafamı mutfak penceresinden uzatıp kapı önündeki salıncağa baktım… O sırada arkamda bir ürperti hissettim… Salıncak boştu… Ama arkamdaki ürperti de neydi ? Bu iki saniyelik ürperti hayatımın en korkunç anına denk gelecekti. Hızlı bir bıçak darbesi ! Bıçak sağ kolumu sıyırmıştı ancak ince bir kegib atmıştı… Şermin elinde bıçak ve büyük bir sinir ile bana bakıyordu.

“Şirrem hen” diyordu… Senin yüzünden demekti bu. Benim yüzümden neydi ? Elindeki bıçağı bir yandan gülerek bana savuruyor , diğer yandan ağlıyor ve benden yardım istiyordu. Bembeyaz kesilmişti , göz altları hızla morarıyor ve damarları iyiden iyiye belirginleşiyordu. Bıçak güç bela elinden almaya kalkışsam da başarılı olamadım , o anki korku ve gerilim ile bir şey yapamıyorsunuz ve sevdiğinize zarar vermekten korkuyorsunuz. Bir yerde okuduğum “Eğer bir cinin saldırısına uğrarsanız 5 besmeleli şehadet getirin” deniyordu… Güç bela onu okuyup , büyük salona doğru koştum. Yerde mumlar , kegib camlar ve bir oyuncak bebek vardı… Bu oyuncak bebek Yağmur’un eve geldiğinde elinde tuttuğu bebekti…

Şermin ağır adımlarla merdiveni çıkıyordu… Elimde ben de bir bıçak almıştım… Kendimi savunmak zorundaydım. Ağır ağır çıkıyor olsa bile onun attığı her adımda ben kaskatı kesiliyordum… Ve birden büyük bir hızla yanıma gelmişti… Şermin gibiydi ama değildi… Gözleri bembeyazdı , ufacık bir göz bebeği vardı nokta kadardı… Elleri , üstü et kokuyordu. Yere düşmüştüm , son kuvvetim ile uzağıma düşen bıçağa uzanıp karımı öldürmek istiyordum ama olmamıştı… Yüzüme kegibler atmıştı… Evin dört bir yanından çığlık sesleri yükseliyordu… Şermin’in sesi değildi bu , büyük bir öfkeyle yüzüme ince ve uzun bıçak kegibleri atıyordu. “In vella şim cinn” (Cinin kanına bedel)… Evde bu sesler yankılanıyordu… Ölümü bekliyordum , üstümde karımın suretinde olan bu şey birden durmuştu… Evin merdivenlerinde o iki kişiyi gördüm…

Akif ve Dicle’ydi bunlar… Ellerinde o küçük bez bebek vardı , Akif bir şeyler okuyup Dicle’nin elindeki bez bebeği yerde duran mumların yardımıyla ateşe verdi. O bunu yaptıktan sonra Şermin’in çığlıkları evi daha da inletmeye başladı… Sanki deprem oluyordu ama bu deprem sadece Rüzgar Bey Konağında hissediliyordu… Evin içinde büyük bir sarı ışık olduğunu hissediyordum ve sonrasında ne oldu ne bitti bilmiyordum… Uyandığımda güneş doğmak üzereydi… Akif ve Dicle’nin olduğu yerde küller vardı… Başka bir şey yoktu. Yağmur ortalıkta yoktu , herşeyin sebebi bebekti… Şermin ise yerde öylece ağlıyordu… Yüzümde kuruyan kan nedeniyle konuşmakta güçlük çekiyordum… Göz kapaklarım zarar almıştı , güneş ışıkları arttıkça acıdan duramıyordum… Polis soruşturmalarında Akif & Dicle adında birilerinin var olduğu , nüfusta böyle kişilerin dahi olmadığı açığa çıktı… Onlardan kalan kül örneğini bir alime gösterdiğimizde ise bunun hüddam soyundan iki cinni olduğunu ve amaçlarının beni ve eşimi korumak olduğunu söyledi…

Yağmur’un ise çocuk esirgemede kaydı bulunmamıştı , anlaşılan o da var olmayan bir şeydi… O da onlardandı… Her ne kadar şikayetçi olmadığımı söylesem de Şermin polisler ile gitmişti onu 1 yıl sonra görebilmiştim… Hapishane yetkilileri akli dengesinin yerinde olmadığı için ordan hastaneye gönderildiğini ve beyne elektrik verme gibi pek çok yöntem uygulansa da akli dengesinin bir daha geri getirilemediğini söylediler… Ben ise kegib bir yüz ve her zaman ekgib bir hayat ile yaşama tutunmaya çalışıyorum… Gözlerimi kaybettim , bu ses kaydını yolladığım sevgili Anıl Acar’a ve ileteceği kişiye sonsuz teşekkürlerimi sunarım…

– S O N –

Rüzgar Bey Konağı bugün terk edilmiş bir halde… Evi satın alan 2 kişi de satın aldıktan sadece 1 ay sonra satılığa çıkardı… Evin restorasyon çalışmasında bulunan kişilerin geceleri evde gecelikli bir kadının ve elinden tuttuğu bir kız çocuğunun dolandığını söylüyor. Şermin Hanım’ın son durumu hakkından net bir bilgi yok… Hastanede de , hapishanede de kayıtları silinmiş durumda… Fail-i Meçhul bir şekilde hapishanede öldürüldüğü düşünülüyor. Rüzgar Bey ise yaşantısına iki gözünü kaybetmiş bir halde , İzmir Gaziemir’de sürdürüyor