Yalova depreminden sonra Hürriyet Gazetesinin gazetecileri depremin izlerini silmekte olan Yalova/Çınarçık’a haber yapmak üzere kampa gider. Aşağıda okuyacağınız hikaye gazete ekibinden Mesut Türkcan’ın ve bir grup arkadaşının başından geçen olayları konu alacaktır. Hikaye Mesut Türkcan’ın ağzından yazılacaktır , kamera kayıtları ise benim tarafımca sizlere betimlenecektir. (Kamera kayıtları gazete arşivindedir , alınmasına müsade edilmemiştir.) Mesut Türkcan’ın izni ile yazılacak olan bu dosyada Yalova Depreminin izlerinden de söz edileceği için etkilenecek ve belki kaybettiği yakınlarını aklına getirip sıkıntı içine girebilecek kişilerin okumamasını rica ediyorum.

Bölüm 1

10 Ağustos 2000 — Gazete ekibi olarak Yalova Çınarcık Depreminin birinci yıl dönümüyle ilgili bir inceleme dosyası hazırlamak için yola çıktık… Haber ekibimizde benim dışımda şefimiz Bahri Abi , yardımcı kameramanım Orhan ve asistanımız Neslihan Hanım vardı. Gazetenin bize tahsis ettiği Renault Broadway ile bayağı zorlu bir yolculuk çekiyorduk diyebilirim. Nihayetinde Yalova’ya varmıştık… Şehrin büyük bir kısmında hala enkazlar , tamamlanamamış inşaatlar , çok sayıda hasarlı araçlar vardı. Adeta terk edilmiş bir şehir izlenimi veriyordu… Şehirin merkezinde halen daha Kızılay’ın kan arabası duruyordu ve sürekli yardım tırları geliyordu… Gazetenin bizlere tahsis ettiği otele gittiğimizde saat öğleden sonra 5’di… Haber eşyalarımızı , kişisel eşyalarımızı odalara çıkardık. Akşam yemeğine kadar herkes yatağına çekilip uyumuştu… Otel bomboştu , bizim dışımızda kalan 4-5 kişi vardı yoktu… Akşam yemeği saati gelmişti. Koridora çıkıp giriş kattaki yemek bölümüne gidiyordum. Bomboş olan koridorlarda yürürken bir ses duydum. Yardım sesi gibiydi , bir kadına aitti sanki… “Kurtarın” diye bağırıyordu. Bağırıyordu ama ben bu bağırışı bir fısıltıymış gibi duymuştum. Kafamı arkama çevirdim , kimseler yoktu. Koridor bomboştu… Yemek için girişe indim hızlı hızlı. Deprem psikolojisi üstüme çökmüştü… Bahri Abi , Orhan ve Neslihan gayet keyifli duruyorlardı.Bir kaç günü kendimize ayırıp sonraki günlerde halk ile röportajlar yapacağımızı , depremde kurtarılan kişiler ile konuşacağımızı söyledi… Çok zorlayıcı bir iş değildi… “He , bu arada bir iş daha var… Hokkabazlık” dedi gülerek… “Hayırdır Bahri abi , ne hokkabazlığı” dedim. “Yaa bu deprem anında insanlar ateş rengindeki ışıkların havada dolaştığını , gecenin sanki aydınlandığını , mezarlıktan ruhların kalkıp göç ettiğini falan söylüyorlar o olayı da araştırın dediler ama böyle saçmalıklara zaman mı ayırıcaz” dedi… O dönemi hatırlayanlar bilecektir , pek çok şehirde mezarlıklardan ruhların kalkıp göç ettiği söylenir hatta Bursa Ulucami’deki evliya ruhlarının deprem saatinden önce sokaklarda davul çaldığı ve halkı uyandırdığı rivayet edilir…

Akşam yemeğimizi yedikten sonra odalarımıza çekildik. Odalar modern sayılacak tarzdaydı… O dönemin teknolojisi için televizyonlu odalar lüks sayılıyordu. Gazete herkese ayrı oda vermişti , sağolsun.Ben o gece erkenden yatağa çekildim… Televizyonlarda hep Yalova’daki depremin birinci yılının olacağıyla ilgili programlar yapılıyordu , izleyip fikir sahibi oluyordum. Yatıp dinleniyorken kapı çaldı , kapıyı çalan Bahri Abi’ydi. “Sahile gidiyoruz aslanım , gel istersen sen de” dedi… Otel odasında durmak sıkıcıydı , “bekle abi hazırlanıyorum.” dedim ve yanlarına gittim. Kameramı da alıp küçük bir kayıt yapmak istiyordum… Otelden çıkıp taksiyle sahile gittik… Yalovanın sahili taşlık ve kayalıktır. Kayalıklarda oturup denizi izliyorduk. Neslihan ve Orhan yarının programını yapıyorlardı… Ben de Bahri Abi’ye sanki Yalova’nın bir mezar şehri olduğunu söylemiştim… Güldü. Sahilde otururken 5-10 dakika yalnız yürüyüşe çıktım… Kayaların ordan geçerken birden yine o sesi duymuştum. Yine “Kurtarın !” diye bağırıyordu birisi… Kayaların altından geliyordu ses… Kameranın ışığını açıp etrafa baktım. Kimse yoktu , ses seda gelmiyordu bir yerden. Kameranın ışığını gören Bahri abi “Hayırdır Mesut , bi durum mu oldu” dedi… “Birisi yardım edin diye bağırdı abi , bugün ikinci sefer oluyor bu ses” dedim… Sahilden kalkıp apar topar yanıma geldiler… Sağa sola bakıyorlardı ama bana pek inanmış gibi değillerdi… “Seni etkiledi heralde bu deprem muhabbeti… istiyosan seni yollayalım , yerine başka birisi gelsin sen de kafanı dinlersin he aslanım ?” dedi. “Yok abi yok büyütülecek bir şey değil.” dedim… Ama korkmuştum. Çünkü tıpa tıp tanıdığım bir sesti… Aslında sanki o sesi otelden de önce biliyor gibiydim. Sanki o sesi daha önceden çok kez duymuştum. O gece pek fazla bir şey yapmadan otele geri döndük… Otele geldiğimde kamera kayıtlarını açtım.Pek sıra dışı bir şey yok gibiydi. Ancak bir uğultu vardı. Bizim ekipten birilerinin sesi olamazdı çünkü onlardan uzaktım , bölgede kuş , vahşi hayvan falan da yoktu.Ama yüksek bir uğultu sesi geliyordu ve bu ses net bir şekilde hissediliyordu… “Acaba rüzgardan mı” diye düşünmüş olsam da bu sesin pek rüzgar sesine benzemediğinin farkındaydım. Küçük detaylara takılan bir insandım ve bunlar beni iyi bir gazeteci yapmıştı…

O gece güzel bir uyku çekip iyice dinlendim. Uyandığımda saat 6-7 gibiydi. Kahvaltı saat 8’de başlıyordu , ben de kahvaltıya inmeden tekrar kamera kaydının tekrar inceleyeyim dedim ama hiç beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Kamera dün gece ilginç bir şekilde dün geceden 2 poz yakalamıştı… Yine o sahildi , sadece 2 tane ağacın fotoğrafı vardı. Yanlışlıkla çekilmiş gibi durmuyordu , üstelik dün gece baktığımda da yoktu. “Acaba uyku sersemi farketmedim mi” diye düşündüm ama dediğim gibi detaylara takılan birisiydim ve yanlışlıkla veya bilerek böyle bir resim çekmediğimden emindim. Ağaçların fotoğraflarına baktım… Sıradan ağaçlardı , herhangi bir özellikleri yok gibiydi. Daha sonra üstüne kafa yorulacak bir şey olmadığını düşünüp fotoğrafları sildim , videoyu da silecektim ama açıkçası işime yarayacağını düşünüp silmekten vazgeçmiştim. Saat yavaş yavaş 8’e geliyordu… Odadan çıkıp koridorda yürüyordum. Yine çok sessizdi ve ürkmemek elde değildi. Neyse ki koridorun karşı ucundan Orhan’ın çıktığını gördüm… Bu gerginlikle orada yürümek işkence gibiydi , Orhan’la konuşa konuşa inmek zor gelmeyecekti. Birlikte bu sefer asansöre atladık… Dün gece değişik bir kabus gördüğünü söyledi. Kabusunda tanımadığı bir evin tanımadığı bir odasında olduğunu ve televizyonda Bahri Abi , benim ve Neslihan’ın ölüm haberini görüp ağlamaya başladığını , sinir krizi geçirdiğini anlattı. Açıkçası korkunç bir rüya olduğu belliydi… Bunları gülerek anlatıyordu , belli etmemeye çalışsa da Orhan’ın da korktuğunu seziyordum. “Bundan 1 yıl önce onlarca insan öldü bu şehirde , sokaklarda… Eee doğaldır bilinç altımıza işlemesi” dedim… Gülüştük ve kahvaltı sofrasına oturduk. Bahri Abi ve Neslihan bizden önce geçip oturmuşlardı bile… “Çok işimiz var çok… Hızlı hızlı yiyin yemeğinizi. Orhan sen fotoğraf makinasını alıp sağı solu fotoğrafla. Neslihan sen halktan 2-3 röportaj al , Mesut sen de al kameranı bir de mikrofon ayarla akşam ajansa haber kasetini yolla.” dedi… Yoğun ve tempolu bir gün olacağı belliydi… Sokağa çıktık… Dört bir yandan işi halletmeye çalışıyorduk ve neticesinde 7-8 saatlik mesainin sonunda haberleri ve röportajları hazırladık.

Halk korkuyordu… Çoğu deprem hakkında konuşmak istemiyordu.Zar zor ağızlarından laf alıyorduk. Gerekli şeyler toparlandıktan sonra otelde buluştuk… Neslihan montajı ve ajansa kargolama işini yaptıktan sonra yanımıza geldi. “Bahri Abi , kanaldan aradılar.Bu Kocadere köyünde halk depremde bazı şeyler gördüklerini. Sarı ışıklar geçtiğini , sokaklarda yıllar önce ölen insanların yürüdüğünü falan görmüş… Orayı da çekmemizi istemişler.” dedi. Bahri Abi yine tersledi… “Bunlara ayırcak zamanımız yok… Milletin acısı varken hokkabazlarla mı konuşucaz” dedi. “iznin olursa ben bu işi yapmak istiyorum abi.” dedim… Bahri Abi başta istemese de sonucunda ikna ettim. Çınarcık’daki çekimler bittikten sonra Kocadere’de de bir çekim yapılacaktı… Bahri Abi merkeze dönecek , köydeki işleri Orhan ve Neslihan ile beraber halledecektim. Akşam yemeği yendikten sonra dün geceki sahile doğru tekrar yürümeye başladık… Hava serin gibiydi. Rüzgar yoktu ama tatlı bir soğukluk vardı. Birlikte sahile gidip kumlara oturmuştuk. Planladığımızdan daha erken bitmişti işler…

Bölüm 2

Kalan 2 günü tatil yapmak için kullanacaktık. Bizim ekip kayalıklara yürüyordu bende deniz kıyısına oturmuştum. Deniz kıyısında otururken tepedeki uçurumda yaşlı bir kadının denize doğru dua ettiğini gördüm. Garip bir görüntü gibiydi… Haber değeri taşıyan bir fotoğraftı. Kamerayı çıkarıp fotoğrafını çekmeye çalıştım ama nasıl oldu , nasıl farkına vardıysa beni görüp hızlıca ordan uzaklaştı… Çok hızlı bir şekilde gitmişti ve giderken en ufak bir şey söylememişti. Fotoğrafa baktığımda orda yoktu… Yakalayamamıştım. Bahri Abi yanıma geldi… Olanları anlattım. “Doğaldır Mesut… Bu denizde kaç tane sahipsiz cenaze var düşünebiliyor musun ? Buraya gelip dua ederler… Çiçek atarlar… Doğal.” dedi. Doğru söylüyordu… Burda olan şeylere şaşırmamam gerekirdi. O gece otele geri dönmüştük… Herkes yine odasına çekilmişti. Ben önceki geceki kaydı tekrar izledim… Kayadaki bir yazı dikkatimi çekti… ” سو نو ہزار ننانوے ” yazıyordu… Bu dili başta Arapça sanmış olsam da dilin aslında Urduca olduğunu öğrendim. Kamera kaydını durdurup yazıyı temiz bir kağıda geçtim… Çapraz odamdaki Bahri Abi’nin yanında gidip burda ne yazdığını sordum… Burda yazanın bir sayı olduğunu söyledi… “Ne yazıyor peki abi” dedim. “1999” dedi… Bu depremin tarihiydi… Ben şaşırmıştım… Ama Bahri Abi şaşırmamıştı , hatta kamera kaydını izlememişti bile… “Bunlar doğal şeyler oğlum… Geçen sene kazımış işte birisi” dedi… Bu hali bana biraz yapmacık geliyordu… Bir farklılık olduğu herkesin kabulüydü ama kimse bunu anlatamıyordu. Kağıttaki yazıya baka baka uyudum…

Uyandığımda yine sabaha karşıydı. Uyanmama çalan telefon sebep olmuştu… Daha önce kapının da çalındığını hissetmiştim ama uykumdan kalkmamıştım. Telefondaki Bahri Abi’ydi… “Hemen gel aşağı , çabuk ol” dedi… Hızlı hızlı indim merdivenleri… Koridorda polisler vardı. Kapının önünde emniyet şeridi çekilmişti. Bahri Abi ve Neslihan beni aşağıda bekliyorlardı… Neslihan’ın ağladığını görüyordum… “Hayırdır Bahri Abi” dedim… “Orhan… ” dedi… “Dün gece intihara kalkışmış… ” Başta şaka yapıyorlar sanmıştım… “Saçmalama abi nasıl olur” dedim… Sonuçta dün gece şakalar yapan , sürekli güler yüzlü olan bir adamdı… Yaşam sevinci doluydu… Neden intihar edebilirdi ki ? “Bilmiyoruz… Resepsiyonu arayıp ambulans çağırmalarını istemiş.Kan kaybı çok , götürüyorlar şimdi hastaneye.” dedi… Bileklerinden bir tanesine fazla derin olmayan , sızıntılı bir kesik attığını ve banyoda öyle yattığını öğrendik. Bahri Abi de dönememişti… Orhan’ın bu yaptığı şey dönüşümüzü geciktirmişti. Polis inceleme yaptıktan sonra ifademizi aldı… Bu ifadeler halen emniyette bulunur. Daha sonra hastaneye Orhan’ın yanına gittik. Doktorlar bileğine küçük bir dikiş attıklarını , parçalanan kılcal damarlar yüzünden 2 gün kontrol için hastanede tutacaklarını söylemişti… Görüşmek için içeriye girdiğimizde Orhan’ı ilk kez öyle görmüştüm… Yüzü bembeyazdı , dudakları morarmıştı ve yüzünde de morluk ve kızarıklıklar vardı. Üçümüz de içerideydik ama o sadece bana bakıyordu… Uzun , uzun… Sorular sorduk , cevap vermedi… Daha sonra benim elimi tuttu , Bahri abi ve Neslihan’a siz çıkın der gibi bir hareket yaptı… Konuşmuyordu… Ya da konuşamıyordu , bilmiyorum… Ben sormaya başladım… “Bunu sen kendin mi yaptın ? Yoksa birisi mi yaptı ?” dedim… Evet der gibi kafasını salladı… “Bu Bahri ya da Neslihan mıydı ?” diye sordum Hayır der gibi salladı “Peki bunu yapan tanıdığın birisi miydi ?” dedim… Evet dedi ve ağlamaya başladı… Sesi hiç çıkmıyordu , sessiz sessiz ağlıyordu. “Peki , bunu neden yaptıklarını biliyor musun ?” diye sordum. Hayır diyerek başını salladı ve sonra beni de kovarmışcasına hareketler yaptı… Hemşire ve doktor daha fazla görüşmememiz gerektiğini söyledi… Zaten kendisi de bizimle görüşmek istemiyordu.

Orhan’ı orada bırakıp otele geri döndük… Zor bir gün geçiriyorduk. Arabada kimse bu olay hakkında konuşmuyordu… Sessizliği Neslihan bozmuştu. “Neden böyle bir şey yapsın ki” diyordu… “O yapmadı.” dedim… Şaşırmışlardı… “Polis intihar ettiğini söylüyor ama” dedi… “Bilmiyorum , Orhan bana intihar etmediğini söyledi” dedim… Onlar da korkmuştu… Onlar cinayetten ben ise daha farklı şeylerden şüpheleniyordum… Otele geldiğimizde Orhan’ın odasındaki inceleme bitmişti… Kapıda ve herhangi bir yerde zorlama görülmüyordu. Pencerelerde de farklı kişiye ait izler yoktu… Her yer yerli yerindeydi aslında. Kameralarda da bir şey yoktu. O sırada Orhan’ın yatağının hemen üstünde bir kağıt parçası vardı… Polisin göremeyeceği kadar aradaydı , ince bir detaydı. Kağıdı alıp baktım. “ننانوے سو نو ہزار “yazıyordu… Bu yine o yazıydı. 1999 yazıyordu. Ama bunun anlamı depremin tarihi miydi yoksa farklı bir şey miydi bilmiyordum. Ordaki kağıdı alıp odama geçtim… Bahri Abi ve Neslihan da dinleniyorlardı. Bu sayı ile benim kağıdımdaki sayı aynıydı… Orhan ile konuşmam lazımdı ama bizi kabul etmiyordu. Akşam yemeğinde bir araya geldiğimizde Bahri Abi kanala bu durumu ilettiğini ve Orhan’ın hastaneden çıkınca evine dönmesi gerektiğini söyledi. Biz de ona katıldık… Tek düşündüğümüz onun sağlığıydı. Ve 2 günün sonunda Bahri Abi ve Orhan merkeze dönmüştü. Neslihan ve ben Kocadere köyündeki diğer habere gidecektik… Neslihan bana yolda “Bahri Abi’de bir farklılık yok mu sence ?” dedi. “Nasıl yani” dedim. “Bilmem… Bu haberde biraz farklı gibiydi , sanki o değilmiş gibi” dedi. “Bilmem , farketmedim.” dedim. Neslihan ile aram o kadar iyi değildi , pek fazla konuşmazdık Neslihan ile Çınarcık-Kocadere minibüslerinin kalktığı otogar benzeri bir yere gittik… Onun da benim de aklı Orhan’daydı…

Neslihan ile Orhan’ın arası çok iyiydi , Orhan ekibin en sevecen insanıydı… Neslihan bana bakıp “Orhan’ın intihar ettiğine ihtimal vermiyorum… Bence otelde birisi ona saldırdı.” dedi… “Olabilir , ama polisler ikinci bir kişinin izini görmemişler” dedim… Yine de ikimiz de inanmıyorduk onun böyle bir şey yapacağına , zaten kendisi de demişti… Orhan’ın bizimkinden farklı bir yaşantısı vardı… Ailesi zengin insanlardı , çok sayıda evleri spor arabaları , bağları bahçeleri vardı ama Orhan onların servetini istemeyip gazetede çalışıyordu… Annesinin babasından gizli yolladığı paraları da mehmetçik vakfına , löseve , kızılaya bağışlıyordu (imkanı olan herkesin yardım yapmasını rica ederim) Mesleğini seven , mutlu hayat yaşayan bir insanın bu duruma gelmesi bizi üzüyordu. Minibüse atlayıp Kocadere köyüne doğru yola çıktık… Sahil kenarında düğünlerin , sünnetlerin yapıldığı sevimli bir köy olduğunu anlatmıştı bize minibüs şöförü… Ama 1999 depreminden sonra köydeki hanelerin çoğunun boş olduğunu , mezarlıktaki isimlerin esrarengiz bir şekilde isimlerinin silindiği ve zaman zaman denizin kıyısında kan izlerinin olduğunu iddia ediyordu… Bunlar birer iddiaydı tabi ki ama anlattıkları şeyler bizi ürkütmeye yetmişti… Şoför 30’lu yaşlarda genç sayılacak bir adamdı… “Peki bu köyde başka ne tür esrarengiz olaylar oldu ve bunları dinleyeceğimiz birisi var mı ?” diye sordum. “Valla köyle ilgili herkes bir şey anlatır ama işin aslını astarını Nedim ince hocamız bilir “Siz gidip onla bi konuşun , zaten köye de geldik.” dedi… Köydeki bütün haneler gözümüzün önündeydi..Çok fazla insan kalmamıştı haliyle…

Bölüm 3

Minibüsten eşyalarımızı , aletlerimizi indirip bir küçük bir çay bahçesine oturduk… Minibüsçü arkadaş sağolsun köy kahvesine gidip sayın Nedim ince’yi çağırdı ve başladık konuşmaya. Sevgili Nedim Bey bizi güler yüzle karşıladı… Öncelikle depremle ilgili geçmiş olsun dileklerimizi ilettik… Yalova şehrinin büyük bir maddi ve manevi zarara uğradığını ve bunun izinin yıllarca geçmeyeceğini anlattı. “Elbette depremle alakalı üzgünüz ama buraya gelmemizin bir diğer sebebi de köyde ardı arkası kesilmediği iddia edilen esrarengiz olaylar… ” dedim. Güldü , anlayışla karşıladı. “Bir çoğu uydurma , bir çoğu gerçektir… ” dedi… Kendilerinin de izni olursa köyde konaklamak istediğimizi , insanlarla röportaj yapmak istediğimizi ve kameraya kaydetmek istediğimizi söyledik. Kamera işine biraz mesafeli yaklaşmıştı… Hane sahiplerinin yüzlerini buzlarsak ve isimlerini sansürlersek buna sıcak bakacağını söyledi. Köy kahvesindeki muhtarlığa gidip kalacağımız yerle ilgili bilgi aldık… Köyde küçük bir misafir evi vardı. Denizi görüyordu , aslında köydeki en güzel evlerden biriydi. Bu evde kalabileceğimizi eğer istersek kahvaltı ve akşam yemekleri için köylülerin evine misafir edebileceklerini söylediler. Gayet iyi ve samimi karşılanmıştık. Ekipmanlarımızı bırakıp eve doğru giderken kahveden bağrış çağrış sesleri geldi…

Köylülerin bir kısmı bizim orada olmamızdan duyduğu rahatsızlığı anlatıyordu… Neslihan korkmuş gözüküyordu ama Nedim Bey bu konuyu hemen sakinleştirdi… “Siz gidip misafir evine yerleşin , akşam da kameralarınızı alın gelin evvela bizim evden başlayalım anlatmaya.” dedi… Kendisi çok ağırbaşlı ve akıllı bir adamdı… Nerede nasıl müdahele edeceğini biliyordu. Biz Neslihan ile misafir evine doğru yöneldik… Köylüler de sakinleşti. Eve gidip eşyalarımızı iyice yerleştiridik… Kameramı açıp evin içini kayıta alıyordum.O sırada üst kattan Neslihan seslendi “Beş dakika gelir misin ?” Kamerayı sehpaya bırakıp üst kata çıktım… Sağa sola bakındım ama kimse yoktu… Sesi duyduğuma adım gibi emindim.Her yeri didik didik etsem de Neslihan’a dair bir şey göremedim. Evin içinde “Neslihan” diye seslendim… Ses seda yoktu. Alt kata indim… Bir kez daha seslendim yine ses gelmemişti… Kameraya gidip baktım. Çektiğim kısmı geriye sardım ve kontrol ettim. Evet net bir şekilde Neslihan’ın sesiydi ve bana seslenmişti. Bahçe tarafına çıktığımda Neslihan’ı denize doğru yürürken gördüm… Telefonla aradım , arkasını döndü bana bakarak konuşuyordu. “Neslihan , ne ara çıktın oraya ?” dedim… “Eve gelir gelmez bi denize gideyim dedim… Kahvede olanlara canım sıkıldı” dedi. “Üst kata hiç çıktın mı ?” dedim. “Hayır , noldu ?” dedi. “Hiç… Vazo falan kırılmış da , sen mi kırdın diyecektim.” diye bir yalan uydurdum. Kamerayı kapatıp tekrar üst kata çıktım…

Bir gariplik olduğunu seziyordum , sanki bu olanlar daha da devam edecekmiş gibiydi. Neslihan dışarıdaydı… Evi daha rahat , daha sakin inceleyebilecektim. Üst katta bir aile resmi vardı… Fotoğraftakileri tanımıyordum. Burası bir misafir eviydi ama birilerinin resminin olması biraz şaşırtmıştı beni. Dikkat ettiğim bir diğer nokta ise evde ayna olmamasıydı. Aynalı dolapların üzerinden aynalar sökülmüştü. Camlar perdeliydi ve eve güneş ışığının uzun süredir girmediği her halinden belliydi. ilk etapta gözüme çarpan şeyler bunlardı… Biraz zaman geçirdikten sonra aşağıya indim… Neslihan kameraları ve metin kalıplarını hazırlamıştı. Nedim Bey’in evine doğru yola çıktık… Bizim kaldığımız ev sahilin ucuydu , Nedim Beyin evi ise tepenin en üstündeydi… Bir müddet yol yürümemiz gerekiyordu. “Orhan’dan haber geldi bu arada… ” dedi… “Neden daha önce söylemedin , ne olmuş” dedim. “Konuşmaya başlamış… Ama bilmediğimiz bir dili konuşuyormuş… Arapça gibi.Bu özelliğini sen biliyor muydun ?” dedi. “Hayır… Psikolojisi allak bullak , şaşırmadım.” dedim. Gerçekten de öyle düşünüyordum… Yaşadığı şeyler kolay değildi. Yavaş yavaş eve doğru gelmiştik… Nedim Bey ve ailesi bizi kapıda karşılamıştı. Nedim Bey , eşi , bir kızı , bir de evlatlığı vardı…

Hepsini bir odaya topladık. Onlara bu bilgilerin istemedikleri taktirde asla paylaşılmayacağı sözünü verip başladık dinlemeye. Biz sorduk , onlar cevapladı. Kameralarımızı açtık… Neslihan’ın insanlar üzerinde ilişki konusunda daha iyi bir üslubu ve havası vardı. Soruları o soracaktı. Nedim Bey’in evlatlık kızı son derece korkuyla bakıyordu. Açıkçası şehirde o ana kadar gördüğüm en korku dolu gözler ondaydı… Sözü Nedim Bey aldı ve anlatmaya başladı ; “Deprem günü hava çok kasvetliydi… Normalde 8 de kararan hava o gün 6 sularında kararmış , tatlı bir lodos esmeye başlamıştı. Bütün köylü o saatte uykudaydı diye tahmin edeceksiniz ama ilginç bir şekilde herkes depremden önce uyanmıştı… Lodosun sesi kulakları sağır edercesine artmıştı… Pencereden dışarı baktığımızda güneş sanki denizden yukarı fırlıyor , köyün üstüne doğru geliyor gibiydi.Her yer sapsarı olmuştu… Daha sonra önce pencelerin camları , sonra aynalar , daha sonra kapılar… Şiddetle açılıp kapanıyor ve sonucunda kırılıyordu… Ben alt kata inip çocuklarımı kurtarmaya çalıştım. Eşim dışarıya çıktı… Dualar ediyor , tekbirler getiriyordum… Şükür bitmişti…

Bölüm 4

“Nedim Bey’e peki depremden sonra daha ilginç şeyler olup olmadığını sorduk… “Benim başıma gelmedi , ama ertesi sabah köy mezarlığındaki mezar taşlarında isimler silinmişti… Sanki cenazeler göç etmişti… ” dedi. Kayıtı durdurduk… Nedim Bey odadan çıktı. Daha sonra eşi geldi… O da Nedim Beyle aynı şeyleri söyledi diyebilirim… Farklı olarak o evde yıllar önce rahmetli olan babasının sesini duyduğunu ve “Uyan kızım , uyan kızım” diye ona seslendiğini , akabinde de deprem olduğunu anlattı. Geriye Nedim Bey’in 20’li yaşlarındaki evlatlığı ve 25’li yaşlarında olan kızı kalmıştı. Onlar Nedim Bey ve eşinden daha gizemli duruyordu. Evlatlık olan kızın adı Zehra’ydı… En çok etkilenmiş gibi gözüken oydu… Neslihan yanına gidip ; “Zehracığım , şimdi sen anlat bakalım.O günle ilgili neler hatırlıyosun ?” Anlatmaya başladı , bir yandan da gözlerinden tane tane yaşlar damlıyordu. “Ben o gecenin sabahında banyoda rahmetli öz babamı gördüğümü hatırlıyorum… Çok korkmuştum.Ben elimi yüzümü yıkarken beni izliyordu… Bu gece öleceğimi , beni çok özlediğini söyledi.” dedi… Bunları anlatırken daha da şiddetli ağlıyordu. “Peki sonra ne oldu ?” diye sorduk… “Uyuyordum… Yine onun sesini duydum. Hadi kızım vakit geldi artık dedi… Daha sonra deprem oldu. Babamın (Nedim Beyden bahsediyor) sesini duydum. Bizi evden çekip dışarıya aldı… Ama ben o günden beri sürekli babamı görüyorum. Sürekli geliyor bana… Git başımdan seni görmek istemiyorum diyorum… Bazen beyaz bi ata binmişken geliyor , bazen gece üstümü örterken…

“Neslihan eliyle kayıtı durdurmamı istedi… Kız kötü olmuştu… Bu olaylardan etkilendiği belliydi. “Ben bunları ilk kez size anlatıyorum… Yardım edin bana.” diyip ağlamaya devam etti. Nedim Bey eline aldığı ilacı kızına içirdi… Su ve kolonya ile sakinleştirdiler… Geriye Nedim Bey’in öz kızı Esra kalmıştı. O bu olanlara karşı sürekli tebessüm ediyordu ama onda da bir gizemli vardı.. Ortalık sakinleşmişti… Odada sadece Esra , ben ve Neslihan kalmıştık.. Neslihan bu sefer de Esra’yı kameranın karşısına oturttu… “Eee Esra’cım şimdi de sen anlat bakalım neler yaşadın o gün ?” dedi. “Ben o gün saat 5’e kadar arkadaşlarımla denizdeydim… Birlikte güzel zaman geçiriyorduk… ” “Eee daha sonra ne oldu” dedim… Ben konuşunca kız biraz daha hızlı anlatmaya başladı… Benden çekinmişlerdi. “Daha sonra eve geldim… Hava çok garipti. Yağmur yağacak gibi hissediyordum daha sonra lodos çıktı… Bütün gece o kasvetli hava yüzünden uyuyamamıştım…

Saat 3’e doğru geliyordu..O sırada pencereme nişanlım gelmişti. Bisikletiyle gelmişti , süslü püslüydü… Hadi gel de gezelim azcık sabah olmadan bırakıcam eve söz.” dedi… Kız bunları gülerek , tebessümle anlatıyordu… Bu Neslihan’a da yansımıştı. “Eeee canım sonra ne oldu peki” dedi gülerek. O güler yüzlü kızın yüzü birden sinirli bir hal almıştı… Kaşlarını çatıp gözlerini Neslihan’ın üstüne dikmişti “Benim nişanlım depremden 5 ay önce öldü.” dedi… “Pencereye gelen her neyse beni öldürmek istiyordu , hala bizi öldürmek istiyorlar… Durmayın bu köyde” dedi… Zehra’nın aksine Esra bunları soğukkanlılıkla anlatıyordu… Kamera kaydını durdurduk… Neslihan sinirlenmişti… “Ne diyosun sen” gibisinden kıza çıkıştı , kız yine gülümsüyordu. “Tamam Neslihan bu gecelik yeter bu kadar” dedim… Nedim Bey içeri girdi kendilerine teşekkür edip , evlerinden çıktık. Eve doğru gidiyorduk… Neslihan telefonla Bahri Abi’yi aramıştı… “Abi bu köyde kimse normal değil… Ortalık şizofrenden geçilmiyor haberin olsun” dedi… Sinirli miydi yoksa bunları komik mi buluyordu bilmiyorum…

Neslihan bu konularda benim kadar inançlı değildi açıkçası. Bahri abi de ona anlaşılan şakayla karşılık vermişti beraber gülüşüyorlardı… Ben konuşmalarına dahil olmadım… Orhan’ın durumunu sordu.Bir farklılık olmadığını duyduk… Telefonu kapatmıştı ve biz eve gelmiştik. Ama bir gariplik vardı… Evin üst kat pencereleri kırılmıştı. Birileri taş atmış gibi duruyordu çünkü sadece sokak cephesinin camları kırıktı. Telefonla Nedim Bey’i aradım… Sabah taşkınlık çıkaran köylülerin böyle şeyler yapabileceğini… Ama istersek onun evinde de kalabileceğimizi söyledi. Olanlardan sonra orda kalmak iyi bir fikir değil gibiydi. “Yok biz hallederiz” diyip kapattım telefonu. Neslihan sinirliydi… Onu bu kadar sinirli daha önce çok az görmüştüm. “Haberimizi yapalım , sonra da gidelim artık şu salak köyden” dedi… “Merak etmiyor musun hiç ? Anlattıkları gerçekse ?” dedim. “Saçmalama böyle şeylere inanma bile” dedi… Bir şey demedim… “Nerede yatmak istiyorsun sen” dedim… “Ben alt katta televizyon izleye izleye uyurum , üst kata sen çık” dedi. Kabul ettim… Ortalığı toparlayıp düzenledikten sonra ikimiz de yataklara çekildik… Neslihan televizyonda o meşhur Cine5 deki saçma macera filmlerini izliyordu. Ben de üst katta kamera kayıtlarını tekrar tekrar izliyordum.. Sıradışı bir şeyler arıyordum ama bulamamıştım. Daha sonra kamerayı kapatıp uykuya çekildim. Gece evdeki gürültüyle uyandım…

Neslihan’ın sesini duydum… Hemen yataktan fırladım ve aşağıya doğru inmek için merdivenlerin oraya gittim. Ama daha sonra duraksadım… Eve ilk geldiğimizde de böyle bir ses duymuştum. Emin olmak için bu kez kamerayı kayıta aldım… Aşağıya indiğimde Neslihan uyanıktı. Yatağından çıkmamıştı ve ısrarla bana sesleniyordu. Kamerayı açtığımı görünce kapatmamı istedi… Işığı göz alıyordu. Kamerayı kapattım , “ne oldu” diye sordum. “Denizden garip sesler geliyor” dedi… “Nasıl yani” dedim… “Bayağı… Yardım çığlıkları duyuyorum… Bu köyün salakları biz gidelim diye bizi korkutmaya çalışıyor” dedi… “Eğer öyleyse korkma” dedim gülerek… Neslihan’ın dalga geçtiği şeylerden korkması benim hoşuma gitmişti ama dedikleri doğruydu. Bu durumda ben de tehlike içindeydim… “Bekle bi gidip bakayım” dedim… “Hayır , hayır gitme sakın” dedi… “Hem bak sen gelince sesler gitti.. Belli ki 3-4 salağın oyunuydu.” dedi… Açıkçası gitmek beni korkutuyordu… Ben de kabul ettim ve odaya geri çıktım. Kamerayı açıp neler çektiğime baktım… Ortada bir şey yoktu. Ama bir şey farketmiştim… Videodan biraz önce kamera kayıtı açmış ve beni 3 saniye uykumda çekmişti. Acaba Neslihan’ın sulu bir şakası mı bu diye düşünüyordum. Ama kapım kitliydi… Sadece 3 saniyelik bir videoydu… Ben uyuyordum ama o 3 saniyelik sürede garip bir ses vardı. Belki video çok kısa sürmüş olabilir ama o sesi hissediyordum. Çok boğuk bir ses vardı… Ve videonun son saniyesinde bir erkek çığlığı duyuluyordu. 3 Saniye de olsa içi dolu bir videoydu… Silmedim. O gece zor bir uyku çekmiştim…

Bölüm 5

Sabah uyandığımda Neslihan’ın söylenmelerini dinliyordum. “Koskoca evde bir tane ayna olmaz mı yaa” gibi şeyler söylüyordu… Aslında bunun nedenini ben de merak ediyordum. Aşağı inip kahvaltılık bir şeyler almaya gittim… Neslihan da sağı solu toparlıyordu. Kahvaltılık ekmek , yumurta falan alıp eve geri geldim… “Şuraya bi ayna bıraktım , beraber kullanırız” dedi… “Olur” dedim. Büyükçe bir aynaydı , onu o bavula nasıl sığdırmıştı merak ediyordum. Kahvaltıyı ederken telefon çaldı , arayan Bahri Abiydi. Telefonu Neslihan açtı… Birden yüzü düştü… “Ne olmuş ?” dedim… “Orhan… ” dedi… Devamını getiremeyip ağlamaya başladı… Telefonu alıp Bahri Abi ile ben konuştum. Orhan’ın gece pencerenin önüne gidip “Abi” diye seslendiğini ve birden pencereden aşağıya atladığını , doktorların ne yapsalar da kurtaramadıklarını söyledi. “Cenazeye gelelim mi” diye sordum… “Çıksanız da yetişemezsiniz… Sen ordaki dosyayı hallet Neslihan’a da sahip çık” dedi… Olur diyip kapattım telefonu… Orhan’ı kaybetmiştik… Daha sonra Bahri abi bir de mesaj attı. “Hepimize birer mektup bırakmış , sizinkileri de postalıyorum.” Ona adres gönderdim ve kargoya yollamasını söyledim… Neslihan kendinde değil gibiydi… Orhan’ın ölümü onu derinden sarsmıştı açıkçası. “Gel dışarda bi hava alalım” diyip denize doğru yürüdük… Durmadan ağlıyordu… “Gece abisine seslenip camdan atlamış” dedim… Neslihan birden başını kaldırdı… “Olamaz ki” dedi… “Neden” dedim… “Orhan’ın abisi yıllar önce öldü” dedi… “Orhan’ın hala normal olduğunu mu düşünüyordun” dedim… Sessizce başını salladı. Bizlere birer mektup yazdığını ve Bahri abinin bize yollayacağını söyledim.

O gün hiç bir şey yapmadık… Bütün günü evin içinde oturarak geçirdik… “Akşam yemeğini çay bahçesinde tost yiyerek yapalım mı?” diye sordu. “Olur” dedim… Birlikte çay bahçesinde doğru gitmek için kapıya doğru yürüyorduk ve o an kapı çaldı. Kapıda köyün kadınlarından birisi vardı , bize yemek getirmişti… Saf , sevimli bir kadındı. “Bütün köyü çekceniz mi o elinizdekilerle , azcık gelin misafirimiz olun” dedi… “Bir akşam geliriz teyzeciğim” dedim… “Geceleri dikkat edin evladım… Buralar tekin değil artık. Köyde depremden sonra kimseler kalmadı… Mezarlıklarımızda cenaze kalmadı. Hepsi gidip göç etti.” dedi. Neslihan gülümseyip “Havalar sıcak belki serin bi yerlere gitmişlerdir ablacığım” dedi. Yersiz şakaları canımı sıkmaya başlamıştı iyiden iyiye… Kadının verdiği yemeği alıp teşekkür ettim. Neslihan ile birlikte yemeği dolaba bıraktık… Tost yeme fikrinde ısrarcıydı ve köy meydanındaki çay bahçesine gidip tostları yedik. Ordan kalkıp eve doğru yürüdük kapıda iki tane zarf vardı… Birinde Neslihan diğerinde Mesut yazıyordu. Bunlar Orhan’ın yazdığı mektuplar olabilirdi…

Ama saat postacının gelmesi için fazla geçti. Neslihan kendi mektubunu alıp bahçeye çıktı okumaya… Ben üst katta odada okuyordum. Neslihan benden önce okumaya başlamıştı , benim içimden gelmiyordu… Orhan’ın öldüğü fikrine kendimi alıştıramıyordum bile… “Neler yazmış” dedim… “Hiç , çok iyi şeyler hakettiğimi ve herşeyin gönlümce olmasını dilediğini yazmış” dedi… “Sana ne yazmış ?” diye devam etti… “Gece okuyacağım.” dedim… “Şu aynayı versene bi sakal traşı olayım” dedim… Gidip aynayı aldım ve odaya çıktım… Traş olduktan sonra Orhan’ın mektubunu açtım. Mektupta dünyanın en ürkünç yazısını okudum… Bana bileğinin kesildiği geceyi anlattı. “Belki hatırlamıyorsun ama o gece senle Kocadere köyü hakkında bir şeyler konuştuk… Ben sana elimde bir kitap olduğunu ve kitaptaki sözlerin Cinni ve şerli varlıkları nasıl etkileşime çağırdığını söyledim… Sen kitabı aldın , bir müddet ordaki kelimeleri okudun. Okudukça sinirlendin , okudukça garip şeyler yapmaya başladın… Daha sonra bir kağıt parçası alıp oraya Urduca 1999 yazdın ve yatağın üstüne bıraktın… Ve garip şeyler konuşmaya başlayıp birden üstüme doğru gelmeye başladın… Çok garipti benden daha kalıplı ve güçlüydün ama seni sürekli geri püskürtebiliyordum… En sonunda da bıçakla bir çizik atıp o Urdu sözlerini söyleyerek odana gittin… ” yazıyordu…

Gözlerim dola dola okumuştum… Bütün bunları ben yapmıştım… Ama neden ? ve nasıl ? Mektup devam ediyordu… “Bunlar olduktan sonra bana rahat vermediler… Önce ailem , sonra sizlerin suretinde sık sık gördüm onları… Sizlere öfkeliler , rahat bırakılmak istiyorlar” yazıyordu… “Neslihan’a dikkat et , onu koruyup kolla” diyordu… Tam o anda alt kattan Neslihan’ın çığlığını duydum. Mektubu hızlıca yatağın üstüne bırakıp aşağıya indim… Neslihan yatağındaydı ve gülüyordu… “Komik olduğunu mu sanıyorsun Neslihan ?” dedim… Gülüyordu… “Mektubum yatağımın altına düştü , eğilip alır mısın ?” dedi… Yatağın altına eğildim… Yatağın altındaki de Neslihan’dı… Kafamı yukarı kaldıramadım , o an tutulmuş gibiydim. Sadece yatağın altındaki Neslihan’a bakabiliyordum… “Yatağımda bana benzeyen biri var… ” diyerek ağlıyordu… Yatağın altındaki gerçek Neslihan’dı peki bizim gördüğümüz neydi ? Neslihan da , ben de hareket edemiyorduk… Bildiğim bütün duaları okumaya başladım. Neslihan “Allah’ım canımı bağışla” diye bağırıyordu ve nihayet kendimizi evden dışarıya atmıştık…

Neslihan’ın çığlıkları bütün köyü inletiyordu. Köy kahvesinden 2-3 kişi gelmişti… “Ne yaptınız , kızdırdınız onları” diye bağırıyorlardı… “Dayıcım biz kötü bir şey yapmadık işimizi yapıyoruz , Nedim bey den de iznimiz var” dedim. Köylüler laftan anlamıyor , sürekli bağırıyorlardı. Köyden gelen 1-2 kadın Neslihan’ı evlerine alıp ilgilendi. Benim aklıma ise mektubun geri kalanı gelmişti… O an aklıma ne korku ne de başka bir şey geldi. Aniden eve girip üst kata çıktım. Orhan’ın mektubuna baktım , kül olmuştu. Mektubun içinde her ne yazıyorsa cinniler onu okumamı istemiyordu adeta… Sanki beni aşağıya çekmek için Neslihan ın suretine girdiler ve ben aşağı inice mektubu yaktılar gibiydi. Kamera kayıtlarına baktım hiç bir şey yoktu… Aniden evden çıktım… Geceyi orda geçirmek istemiyordum. Neslihan’ın yanına gittim. “Ben burada kalamam , sen de kalma… Yarın sabah dönelim Mesut” dedi… “Olmaz… Peşimizi bırakmayacaklar” dedim. “Kimler Mesut kimler” diye bağırdım. Köylü kadınlardan birisi “Cinler” dedi… “Ne yapacağız” dedim… O sırada köyden Nedim Bey geldi… “Biz size bir araba tahsis ettik… Terminali aradık istanbul için 1 kişilik yer varmış… Neslihan hanım bu gece yolcu olsun , siz de yarın dönersiniz Mesut bey” dedi… “Olur tabi ki” dedim ama dönme gibi bir niyetim yoktu. Ne olup ne bittiğini öğrenmeliydim. Neslihanla vedalaştık… Hala daha kendinde değildi… Gördüğümüz şey her ne ise belki peşimizi bırakmayacaktı ama Neslihan daha fazla burda kalamazdı. Onunla terminale kadar ben de gittim… Otobüse bindiğini gördükten sonra içim rahat etti…

Bölüm 6

Köye geri döndük… “Tam olarak ne gördünüz” diye sordu Nedim bey. “Hiç bir şey… ” dedim… Konuşmak istemiyordum. Köye gelmiştik , Nedim Bey arabayı kendi evine doğru sürerken. “Müsadenizle , ben geceyi burda , aynı evde geçirmek istiyorum.” dedim… “Aman Mesut Bey , belli ki bir şeyler olmuş kendinize neden böyle bişey yapasınız” dedi. “Olsun” dedim… Arabadan indim ve evin içine girdim Evin içinde Neslihan’ın eşyaları hala duruyordu… Yatağa bakamadım , belki o şey her ne ise hala orda olabilirdi… Direk üst kata çıktım… Mektubun küllerini yataktan topladım. Mektup yataktaydı ama yatakta en ufak bir yanık izi yoktu. Mektup sanki kendi kendine yanıp sağa sola zarar vermemişti. Orhan’ın ölümü ve üstüne bu olanlar beni derinden etkilemişti. “Onları rahat bırakmanızı istiyorlar” satırı sürekli aklımdaydı ve farkında olmadan söylediğim Urduca sözleri merak ediyordum. Bunları düşünürken günün yorgunluğu ile uyuyakalmıştım…

Gece saat 3-4 gibi pencere tıklatması duyuyordum. Birisi pencerenin camına vuruyordu sanki… Ama ben üst kattaydım. Yataktan kalktım… Pencerede kimse yoktu , pencerenin camları da önceki geceden kırılmıştı zaten. O sırada farkettim… O tıklatma sesi pencereden değil , odadaki aynadan geliyordu. Sırtımı çevirip aynaya baktım… Aynadaki de bendim. Ama bembeyazdım… Yüzüm gözüm morluklar içindeydi… Bana “gel” işareti yapıyordu. Ağır adımlarla aynaya doğru yürümeye başladım… Ben adım attıkça o aynadaki şey gülümsüyordu.Ben ona yaklaştıkça o kahkahalar atmaya başlıyordu. Aynayla aramda 2-3 adımlık mesafe varken büyük bir kırık sesi duyuldu ve ayna tuz buz olmuş , patlamıştı. Aynadan fırlayan cam parçaları sağ kolumda kesikler yapmıştı… Ayna küçük bir aynaydı ama kolumda büyük bir kesik yapmıştı… Oluk oluk kan akıyordu. Tuvalete gidip kolumu yıkamak için musluğu açtım… Tuvaletin kapısı kendiliğinden ağır ağır kapanmıştı. Tuvaletin içinde gölgeler hissediyordum… Sanki birisi beni izliyor , arkamdan geçip kahkahalar atıyor gibiydi. Sanki benimle alay ediyor gibiydiler… Zamanında röportaja gittiğimiz bir din profesörü bana gece vakti tuvalete aniden girersen cinlerin tuvaletteki pisliklerle beslenmelerini bölersin… Yedi cihanda yakanı rahat bırakmazlar sözü aklıma geldi. Tuvaletten aniden çıkmaya çalıştım… Sanki kapının arkasında birisi vardı ve kapıyı açmamı engelliyor gibi hissediyordum. Binbir zorlukla kapıyı açıp en alt kata bahçeye indim… Bu evde heralde 3 gün daha kalsam kafayı yiyip intihar edebilirdim. Ortalık biraz daha sakinlemişti… Günün doğmasına az bir zaman vardı… Kameramı alıp sahile gittim , bu güne kadar çektiğim şeyleri inceleyecektim…

Evden kamerayı alıp çıkarken biraz kulak kabarttım… Oda kapıları kendiliğinden açılıp kapanıyor , evin içinde onlarca şerli varlığın gölgesi cirit atıyordu.. Kayalıklardan birine oturup kamera kayıtlarımı izlemeye başladım… Çok fazla sıradışı olaylar görmedim ama o 3 saniyelik videomdaki çığlık sesi atan erkeğin kim olduğunu bulmuştum. Bu Orhan’ın sesiydi… Bu çok net bir şekilde Orhan’ın sesiydi… Videodaki saate baktım… Gece 3’ü 5 geçiyordu… Orhanın bu mektupları yazdıktan sonra intihar ettiği iddia ediliyordu ve Orhan’ın en büyük huylarından birisi mektuplara tarihin yanına saat de yazardu… Bu mektubu yazmaya saat 3’e 10 kala başlamıştı… Yazma süresini de hesaba katarsak saatler ve tarih tutuyordu… Bundan sonra kayıtları daha dikkatli izlemeye başladım… Neslihan’ın denizden sesler duyduğu geceki kayıtı açtım. Yemek getiren kadın… Ben merdivenlerden inerken farkında olmadan 2-3 saniyeliğine onu da çekmiştim ve eve doğru bir şeyler okuyup üflüyordu , elinde et parçaları vardı… Bütün bunları dikkatle izlemeye başlamıştım… Her şey yavaş yavaş ortaya çıkıyordu…

Kamera kayıtlarını izledikten sonra tekrar evin içine girdim… Bu evin sıra dışı bir havası vardı. Etrafını iyice inceledikten sonra köy kahvesindeki 3-4 tane adama kayıtı izlettim… Kadının olduğu yerde durdurup “Bu köyde böyle bir kadın var mı ?” diye sordum. Aldığım cevap beni şaşırtmadı… Bu kadını ilk kez gördüklerini söylediler… Bize verdiği yemeğin bir kısmını yemiş , bir kısmını dolapta saklamaya almıştık. Yemeğin geri kalan kısmını alıp bir tepsiye döktüm… Yemeği verdiği tencerenin dibinde ne anlama geldiğini anlamadığım bir yazı vardı… Sonradan öğrendim ki bu yazı Urduca diliydi. Urduca dili Persi Cinlerinin kullandığı dildi , bunu da sonradan öğrenmiştik. Verdiği yemek yaprak sarmasıydı… Dolmaları teker teker açtım.. Pirinçlerin içinden tırnak ve kıl parçalarının çıktığını gördüm. Bu yemekte çok sayıda büyüsel metaryal olduğu apaçık belliydi…

Yemeği ve bu evdeki bütün eşyalarımı toplayıp evden çıktım… Köy meydanındaki minibüsçü çocuğa arabasını acilen çalıştırması gerektiğini söyledim. Yolculuk anında telefonum çaldı… Arayan Bahri abiydi… “Neslihan’ı nereye yolladın sen ?” dedi… “istanbul’a dönüyor” dedim… “Sen ne yaptın Mesut ? O kız sana emanetti ve sen onu tek başına istanbul’a mı yolladın ? Neslihan’ın Çınarcık tepesindeki uçurumdan kendini aşağı attığı söyleniyor… Otobüsteki insanlar buna şahit olmuş ve atlarken senin adını bağırmış” dedi… “Nasıl olur öyle bir şey abi ? Benimle dalga mı geçiyorsunuz ?” dedim… Ciddiydi… “Jandarma seni bulmadan merkeze gel ve bu durumu konuşalım… Yalova’dan rastgele bir taksi çevir , ne yap ne et buraya gel… Bu işler yoksa bizim üstümüze kalacak” dedi. Telefonum durmak bilmiyordu… Sürekli birileri arıyordu. Mesaj atanlar da vardı Neslihan ile ilgili… Açıp bakmaya korkuyordum. Onun da ölümünü kaldıracak ne kafam ne de direncim kalmıştı…

Bir şekilde istanbul’a geldim… Boğaz köprüsünün ayaklarının altındaki tenha bir köşede oturdum. Gazetenin arabası ile Bahri Abi geldi… Birbirimize sarıldık… “O köye gitmemeniz gerekti , size söylemiştim… ” dedi. “Anlat ne olup ne bittiğini Bahri abi” dedim… “Orhan’ın başına gelenlerin onlarla alakalı olduğunu biliyordum… Onların ne olduğunu biliyorsun.Çınarcık’ta bu olaylar sürekli yaşanıyor… O köyün sadece çok az bir kısmı Ademoğullarına ait geri kalanlar o şerlilerin.” dedi. “Sen bunlara hokkabazlık derdin” dedim… “Ulan o köy cinli , o köy şerli , ordaki insanların yarısı depremden yarısı onlardan dolayı öldü desem araştırmayı bırkacak mıydın” dedi… “Bırakmazdın… ” diye devam etti… Ben onu dinlemeye devam ediyordum… “Ne yapacağım ? Orhan ve Neslihan olayları üstüme kalacak gibi duruyor” dedim… “Neslihan’ın olayı net bir şekilde intihar burdan sana suç atamazlar… Ama hem Orhan’ın hem Neslihan’ın ölümünde orda olman seni hedef haline getirecektir.” dedi…

“Peki neden intihar ettiler ki” diye sordum… “Bunu onlar istedi… ” dedi… “Uzunca zaman birine hasret kaldın mı ? Annene , babana , ağabeyine ya da aşka… Eğer cinler birini özlediğini ve sevdiğini biliyorlarsa onun suretinde sana gözüküp seni çağırırlar… Bazen seni , bazen canını alırlar… Bir uçurum tepesinden bakarlar sürekli sana… ” dedi… “Neslihan’ın sana karşı hisleri vardı… Atlamadan önce belli ki ona senin suretinde gözüktüler Mesut… Orhan abisine çok düşkündü o da atlamadan önce abisinin adını söylemişti” dedi… Duyduklarıma şaşırmaktan kendimi alıkoyamıyordum ama o an aklıma bir şey geldi… Yalova’daki ikinci gün… Tepedeki o kadın… Annemi yıllar önce kaybetmiştim… Onu hatırlayamıyordum… Ama o kadın… O kadın eve yemek getiren kadındı… O kadın tepedeki kadındı… Tepsinin dibinde yazan yazının fotoğrafını çekmiştim… Bahri Abiye gösterdim. “Burda ne yazıyor abi ?” dedim… “Bu dil Urduca dili… Burda “seni çok özledim oğlum.” yazıyor” dedi… “Ne demek şimdi bu ?” dedim… “Bilmiyorum… Tek bildiğim şey artık dikkatli olman” dedi , cebinden bir miktar para çıkardı. Bu parayla bir süre geçinebileceğimi , bana yardım etmeye devam edeceğini söyledi… Polislerin beni soruşturmaya dahil etmesi durumunda gazetenin avukatının durumu inceleyeceğini söyledi… Söylediklerini kabul edip evime doğru yürüdüm…

Kafam bi dünyaydı. Anahtarı kapı deliğine sokup çevirdim… Banyoya gidip elimi yüzümü iyice yıkayıp bir duş aldım… Çok yorgundum… Çok bıkmıştım… Banyodan çıkıp salona doğru geçtim.O an farkettim… Evin lambası ben geldiğimde de açıktı o an da açıktı… Lambayı kapatıp salona gittim , arkamı döndüğümde lamba yine açıktı… Mutfaktan bir kadın seni geldi “Hoşgeldin oğlum karnın aç mı ?”… Mutfağa doğru yürümeye başladım… Yürüdükçe midemin bulandığını ve başımın döndüğünü hatırlıyorum. Karşımdaydı… Annem gibiydi , belki de oydu… O gün o uçurumdaki , o eve yemek getiren kadındı o… Bana oğlum diyordu… Boyu bir erkek boyu gibi uzundu. Saçları onu ilk gördüğümde kahverengine boyalıydı ama o gün simsiyahtı… Beni yanına çağırıyordu… Aslında korkunç gözüküyordu ama ona sarılmak tek isteğimdi. Mutfaktan içeriye girdim… “Ed el hak” (Hoşgeldin) diye bağırdı… Kulaklarımı sağır eden bir sesti… Çığlık atarak karşımda gülüyordu… Evin lambaları patlıyor , pencereler aşağı dökülüyordu… Hatırladığım son şey de buydu… Uyandığımda hastanedeydim… Doktorlar gece balkondan aşağı atladığımı söylüyordu. Tıpkı Orhan gibi… Tıpkı Neslihan gibi… Tıpkı Nedim Bey’in ailesi gibi… Tıpkı o gün Çınarcıkta canını kaybeden onlarca insanın anlamsız uçurum tepelerinden aşağıya atlaması gibi… Şu an belli aralıklarla onları görebiliyorum… Bazen aynadan bana bakıyorlar , bazen pencereme tıklatıp gülüşüyorlar… Gecenin bir vakti birisi size adınız ile seslenirse kulak vermeyin… Muhtemelen o , onlardandır… Hayatıma belden aşağısı tutmayan bir beden ve sürekli hafıza kayıpları yaşayabilen bir beyin ile devam ediyorum… Geldiklerinde de beni öldürmeleri için yalvarıyorum onlara…

4 thoughts on “1999 Yalova Çınarcık Vakası

  1. Kardeş biz gerçek olay. İstiyoruz düzgün yap işn tam yaptın iş güzel ama biraz internet gerçek olay araştir bun istyoruz

  2. Ben çınarcıkta yaşıyorum. Tek başıma ormana gidiyorum her şeyi de yapıyorum ama başıma hiç ürkütücü bir olay gelmedi. Ama bunu yazan kimse bence bundan güzel bir film olur bir solukta okudum ?

  3. 99 depremini bizaat orada yaşadım anlattığın hiçbir olayın geçerliliği yok iyi seneryo yazmışsın filim konusu olur saçmalıktan başka birşey değil anlattığın??

  4. Ulan saat gece 3 oldu tam 1 saattir bu hikayeyi okuyorum korktum yorumu okuyunca rahatladim tam filmlik

Comments are closed.